in

Psikoloji ve Eser İlişkisi

TDK’deki terim anlamı; ruh bilimi, ruhiyat, bir grubu bir bireyi belirleyen hareket etme, düşünme, duygulanma biçimlerinin bütünü: Toplum psikolojisi. Ruhsal. Herhangi bir edebiyat ürününde, kişilerin kişiliklerini belirleyen duyuş, düşünüş, davranış biçimi olan “psikolojinin” yazdığımız eserler üzerindeki etkilerini inceleyeceğiz.

Şöyle ki, Edebiyat toplumun şüphesiz bir parçasıdır. Toplum Edebiyat’ın bir aynası, Edebiyat toplumun bir aynasıdır. İkisi birbirini tamamlayan bir paradokstur aslında. Yazılan edebi eserler toplumsuz olmaz, toplum da edebiyatsız kalamaz. Çünkü eserler toplumun dilinden konuşmadığı müddetçe okurun ilgisini çekmez. Sanatçı halkın içinden olmalı ve halkı yansıtmalıdır, halkın dili olmalıdır ve halkı temsil etmelidir.

Aslolan işe burada psikoloji girer, daha deminde tanımını verdiğimiz toplum psikolojisi. Edebî eseri yazan yazar toplumun her kesimini hissetmelidir. Her kesimi ile empati yapmalıdır. Bazen ufak bir çocuk, bazen belki bir bebek, bazen genç kız, bazen genç erkek, bazen yaşlı bir dede, bazen anne olmalıdır, bazen baba. Bazen abla olmalıdır, bazen abi. Ama şu kesin ki yazar en nihayetinde toplum olmalıdır ve bu saydıklarım arasında en önemlisidir.

Yazarın empati kurabilmesi için karşıdaki kişinin psikolojisini düşünebilmesi gerekir ve tam bu sırada araya eser-psikoloji ilişkisi girer.

Psikoloji ile eser arasında görünmez bir bağlantı vardır. Biz farkına varamasak da bilinçaltı her zaman kelimelere dökülür ve kendini belli eder. Analiz yeteneğimiz çok uçlara çıkmadığı müddetçe onu ne biz yazarlar ne de okurlar anlayabiliyor.

Aslında bu bir yandan iyi bir şey diyebiliriz. Çünkü psikoloji bize özeldir ve orada tüm sırlarımız bâkidir. Olurda biri bunu ele geçirirse işte o zaman durum çok ciddi bir hal alır.

Aslında yazmanın psikolojik açıdan rahatlattığını söylemek bunlardan kaynaklı. Binaenaleyh biz yazıya psikolojimizi seriyoruz ve dolayısıyla da insan yazdıkça ferahlıyor. Kelimeler insanın yükünü hafifletiyor. Yazabiliyor olmak bize bahşedilen muazzam bir servet.

Genel olarak hep toplumu yansıtan eserler benimsenir ve yıllar boyu hiçbir değer kaybetmeden okuması devam eder. Hülâsa toplum psikolojisi edebiyat üzerinde büyük rol oynar.

Gelelim kişinin kendi psikolojisi ile edebî eseri arasındaki ilişkiye. Bunları açıklamak oldukça zor, çünkü eser somut bir şey olsa da psikoloji soyut olduğu için okurlar açısından beyinde hayal edilmesi güç. Bu yazarın yazmasına bağlı bir durum. Yazar ne kadar iyi ifade edebilirse o kavramları ve anlatmak istediği herhangi bir şeyi okurda o kadar iyi tecelli eder. Bu nedenle açıkçası anlatmakta biraz zorluk çekiyorum.

Her neyse, konumuza geri dönelim. Kişinin kendi psikolojisi toplumdan ziyade esere daha çok yansır. O an ki duygu durumumuza göre yazdığımızı sanarız ancak duygular psikoloji süzgecinden kurtulamazlar. Yazılan yazılar ne kadar duygu içeriyorsa bir o kadarda psikolojik sorunlar içerebilir. Tabii biz genelde duyguya odaklanırız. Ama bu eğilim yanlıştır. Asıl iş psikolojide bitiyor.

Bu nedenle psikolojimizi sağlam tutmalı ve eseri layığı ile okurlara teslim etmeliyiz. Bozuk bir psikoloji okuru da yanlış teşvike yol açabiliyor. Bu bağlamda okuduğumuz yazarlara çok dikkat etmeli, eseri çok iyi araştırmalıyız. Çünkü bir eser bir insanın uyanmasına da vesile olabilir daha derin bir uykuya dalmasına da…

Aynı şekilde yazar içinde geçerli bu söylediklerim. Öyle yazmalı ki okurunu inandırmalı ve onu kendine çekmelidir. Özellikle kendi psikolojisini sevdirmelidir. Yoksa bu iş çıkmaza girer. Sonuç olarak içinden çıkılamaz  bir durum haline döner.

Yazarken dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan biri de eserin her yaştan her kitleye hitap ediyor olmasıdır. Bunu göze alarak psikolojik açıdan bir şeyler yapmalıyız. Her duygumuzu psikoloji süzgecinden geçirerek esere yansıtmamalıyız. Çünkü bunun okur tarafında nasıl bir şeye dönüşeceğini bilemeyiz.

Psikoloji çok iyi yönetilmesi gereken bir kavramdır. Kendi psikolojimizi yönetmeyi öğrenirsek karşıdaki yardıma muhtaç olan kişiler ile empati kurmamız daha kolay olacaktır. Herkes kendi kendinin doktoru olmalıdır en başta ki başkalarına hangi yolla olursa olsun yardım edebilsin. El uzatabilsin.

Biz bu yardımı yazarak yapmayı seçtik ve sevdik.

Yazmaya aşık olduk. Belki de aşka âşık olduk, okurlara aşık olduk. Ama aşksız hiçbir işin düzgün yapılamayacağını bu yolla öğrenmiş olduk.

Kalın sağlıcakla, aşkla…

Erva Esma GÜLER

 

Eseri Beğendiniz mi?

6 Yorum

Yorum Gönder
  1. Erva hanım ellerinize sağlık özellikle insanların kendisini ifade etmesi için yazdığını yada yazması gerektiğinden bahsetmişsiniz Eric vestpal niçin yazıyorsun diye soruldugunda yazıyorum çünkü bu kendimi anlatmanın en doğal biçimi diyor aynen öyle o anki psikolojik etmenler bizi yazıya surukleyebiliyor buda her zaman olumlu şeyler yazdığımız anlamına gelmiyor ve dediğiniz gibi bunlara dikkat edip her kitap doğru bilgi dir diye dusunmemeliyiz

  2. Sanatçının halkın içinden olması gerektiğini ve eserlerinde halkın dilini yansıtması gerektiğini, her yaşa ve herkese hitap edebilmesi gerektiğini oldukça güzel ifade etmişsiniz Esma hanım. Kaleminize sağlık…

  3. Psikoloji ve Eser’in birbiri arasındaki ilişkiyi halkı ve sanatçıyı bağdaştırarak yazmanız gözümde sanat sanat için mi yoksa sanat halk için mi kavramlarını canlandırdı. Belki bir sonraki sefer bu konu hakkında yazmak isteyebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Türküler

Suç ve Uğursuzluk 2020’de mi?