in

Barışın Güvercini

Kudüs semalarında usul usul ilerliyorum. Miraç gecesini anıyorum kalbimde. İlk kıblemizi muhabbetle izliyorum.

Ben bir güvercinim. Barışın güvercini…
Bulutların arasında dolaşıyorum ve birine rastlıyorum. Minik bir bedene… “Merhaba, sen de kimsin?” dedim. Minik beden hafifçe bana doğru döndü ve tebessüm etti. “Ben, Kudüs’üm!” deyince çok şaşırdım. Ne dediğini anlayamamıştım.

“Affedersin, fakat ne dediğini anlayamadım.” dedim. Minik beden bir daha tebessüm etti bana. Işıl ışıl gözleriyle bakıyordu. Adeta içim ısınıyordu ona bakınca, huzur doluyordu yüreğim… Sanki umut bahşediyordu bakışları… Mevla’yı hatırlatıyordu bana. “Her zorlukla beraber iki kolaylık olduğunu” söylüyordu.

“Ben Kudüs’ün içindeki çocuğum; onu temsil eden, ona bir zarar gelince üzülen, içinde Allah anılınca sevinen biriyim. Kudüs’ün ruhuyum.”

Şu an Kudüs ile konuşuyordum. Barışın Güvercini Kudüs ile konuşuyordu. “Ben sana gelmeyi çok istiyordum. Özgürce kokunu alabilmeyi, sana özgürce bakabilmeyi, seni hissetmeyi çok istiyordum. Ama hain eller buna izin vermiyor. Biz seni koruyamadık. Affet! Dua etmekten başka çare gelmiyor. Elim kolum bağlı, kutlu zaferi bekliyorum. Sadece dua ederek gerçekleşir mi bilmiyorum ama dua etmeden gerçekleşmez. Selahaddin Eyyübi olmak istiyorum. Korkusuzca savaşmak ve seni bugünün haçlılarından kurtarmak istiyor yüreğim. Adeta senin için çarpıyor. Mescid-i Aksa’nın kubbesine konup ‘Evet, işte barışın güvercini. Kurtulduk!’ diyen mazlumların gülüşünü görmek istiyorum. Ama olmuyor, yapamıyorum. Seni bir yetim gibi bıraktık. Sahip çıkamadık…”

Minik bedene bakıyorum. Ağlıyordu. Onunla beraber bende ağlamaya başladım.

Sonra başka bir beden gördü gözlerim. Yavaşça bize doğru geliyordu. “Sende kimsin?” dedim. Ağlamaya hâlâ devam ediyordum. Çünkü biz miraçımızı kaybediyorduk.

Minik beden ” Ben Mekke’yim.” dedi. Bu defa daha çok şaşırdım. Şu an karşımda hem Kudüs hemde Mekke duruyordu. İslam’ın sancaktarı olan, onu temsil eden iki ulvi şehir…

“Hoşgeldin” dedim. “Hoşbulduk” dedi ve Kudüs’e döndü. “Kardeşim senin için çok dua ediyoruz. Bana gelen milyonlarca insan var ya hepsi diz çökmüş, ağlıyor. ‘Allah’ım Kudüs’ü sıkan ellerden kurtar. Kudüs’e gerçek bir zafer nasib eyle!’ diye. Sen merak etme kardeşim. Kurtulacaksın. Yine Allah ile dolan yürekler gelecek seni ziyarete. Barışın Güvercini işte burada. Göreve hazır. Sadece emri bekliyor. Şahlanışı bekliyor. Ve o şahlanış çok yakın. Biraz sabır gerekiyor. İslam ordusunun ayak seslerini duyuyorum, geliyorlar.” deyip hızlıca uzaklaştı Mekke.

İçimde bir şeyler koptu. Kudüs bu kez mutluluktan ağlamaya başladı ve sonra Kudüs’ün bir damla gözyaşı Mescid-i Aksa’nın bahçesine düştü. Bir anda ağaçlar çiçek açmaya ve filiz verip büyümeye başladı. “Allahu Ekber! Allahu Ekber!” sesleri Kudüs’ü inletiyordu. Hafifçe Aksa’ya doğru süzülmeye başladım. Evet evet, özgürce gidebiliyordum artık. Çünkü burada Allah’ın ordusu vardı. “Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın. Galib et! Çünkü bu son ordusudur İslam’ın!” diyerek içimden tekrar tekrar dualar ettim.

Sonra bir salâ sesi duydum. Şehitlerimizin salâsıydı bu… Sonra da ezan sesi… Ezanlarla yankılandı Kudüs’ün gökyüzü. Ve Allah İslam’ın ordusuna “apaçık bir fetih ihsan etti.”

Eseri Beğendiniz mi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Anlamazlar/Bilmezler

Buluşma Noktamız