in

Mürekkebin İmkansızlığı

Kalemi aldım ve yazmaya başladım. Ama ne yazdığımı niçin yazdığımı nasıl yazdığımı bilmiyordum. Adeta bir ruh boşluğu vardı içimde. Boşluğumu kalemin mürekkebi ile doldurmaya çalışıyordum. Ama sadece çalışıyordum çünkü dolmuyordu. Hiçbir şey o eksikliği tamamlamama yetmiyordu. 
Yazarken sanırım ilk başta ne için yazdığımın cevabını kendime vermem gerekiyordu. Ama yok ki! Bir neden yok, nedenle sonuç bağlantılı olduğu için bir sonuç da yok. Kalemin mürekkebi akmıyor kağıda, akamıyor. Sessiz çığlıklar atıyor bana. Ne o anlıyor beni ne ben anlıyorum onu. 


Kaç zamandır hayatım bu şekilde akıp gidiyor. Kitaplar ile hemhal olmak ve mürekkep ile göz göze gelmemek için uğraş veriyorum. Çünkü biliyorum, “eğer göz göze gelirsem yanacağım.” Bu hikayeyi kelebek ile ışığın hikayesine benzetiyorum biraz da. Ama ben kelebek kadar cesur olamıyorum. Onun gibi peşinden gidemiyorum korkusuzca. Kendimi unutup, kendimden geçemiyorum. Pervane olamıyorum mürekkebin ışığında. Ve sonra da boşluktaki rüzgarın içinde oradan oraya savrulup duruyorum. Eylülde dalından kopan, sarımtırak belli ki acılardan geçmiş olan yaprak misali…
Masallara inanmıyorum aslında. Ama benim de var hayallerim. Hayal kurmadan duramıyor insan. Çoğu zaman engel olmaya çabalasam da gitmiyor aklımdan. Sürekli bir senaryo içerisinde kurup kurup duruyor kalbim. Saat kulesi gibi saatte bir hayaller tekrarlıyor yüreğimde. Ve sonra beynim çıkageliyor. Diyor ki kalbime “Yapma! Üzüleceksin!” Kalbim hiçbir zaman dinlemedi ki beynimi. Mürekkebin kağıttaki dansını hayal ediyordu sürekli. Mürekkep ile benim aşkıma şahitlik etmek istiyordu. Ama o aşk hiçbir zaman gerçek olmayacaktı, imkansızdı çünkü. Mürekkeple ben “Bilinmezler ülkesinde iki bilinmezdik. Yolumuzu da bilemedik birbirimizi de… Kaybolup gittik.” 
Hani Shakespeare’in tragedyasında diyor ya Juliet Romeo’ya “Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile kokmaz mı aynı güzellikte?” Romeo kendini unutuyor, kendinden geçiyor Juliet için. Leyla ile Mecnun, Mecnun çölleri aşmıyor mu Leyla için? Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı… 
Bu büyük aşklar kavuşamıyorlar birbirlerine. Hasret kalıyorlar birbirlerinin yüreklerine. Ey sevgili mürekkep! Söylesene bana, bizde mi hasret kalacağız yüreklerimize? Bizde mi kavuşamayacağız? Neden biz ilk olmayalım? İlk kavuşan büyük aşk bizimkisi olsa ya. Şairlerin dilden dile dolaştırdıkları, şiirlerine konu olan aşk bizim aşkımız olsa ya. Gerçi şairler kavuşamayanların dilini yansıtır ama bu kez bu ilki de biz gerçekleştirsek ya. 
Ey mürekkep, hep mi imkansızsın sen? 

Erva Esma Güler

Eseri Beğendiniz mi?

4 Yorum

Yorum Gönder
  1. Büyük aşklar kavuşamıyorlar birbirlerine. Kavuşamayınca daha bir yüceliyor sanki aşk. Bu yüzden Leyla ile Mecnun en bilinen aşk bence. Mecnun belki aşkına kavuşamadı bu dünyada ama asıl vuslat Allah! a olan kavuşması oldu. Pervane ve mum bana Fuzuli’nin bir şiirini hatırlattı:
    “Aşk odu evvel düşer ma’şûka andan âşıka
    Şem’i gör ki yanmadan yandırmadı pervâneyi”
    Teşekkürler şiir için.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hayalinle Yaşıyorum

Aşkın Tecellisi