in ,

Ecdadın Sesleri

Ecdadın Sesleri

Ecdadın SesleriVakit gece yarısını çoktan geçmişti, terasta Şehr-i İstanbul’u izliyor derin bir ah çekiyordum. Gözlerim yatağımın baş ucunda duran kınından çıkmamış ucu iskemlenin boyunca incelen kılıcıma takıldı. Üstümdeki ağır zırh ve hırkaları çıkararak iskemlenin bir kenarına oturdum, kalenin aşağısına inip abdest almanın vakti gelmişti. Minik ama etkileyici gaz lambaları ile aydınlanan İstanbul zifiri karanlığın içinde bir renk cümbüşü şeklinde parlıyordu. Bu vakitte bir zifti andıran denizin üstünde yavaş yavaş süzülen gemilere bakarken ayağa doğruldum, taş basamaklardan aşağıya inerek soğuk bir suyla abdestimi aldım. Bir güzel ibadet için temizlendim, kollarım ve paçalarım sıvalı yukarı çıktım; çıkınımın içinde duran büyük dedemin armağan ettiği özel deri kılıflı kuranı çıkararak ahşap masanın üstüne bıraktım. Kuranı okumadan önce namaz için yere yumuşak bir halı parçası serdim alnımı secdeye koyarak Allah’tan af diledim, kendimi başka bir mutlu hissediyordum çünkü Allah’tan başka kimseye boyun eğmiyor yalnız Allah için savaşıyorduk. Peygamberimizin hadisine nail olabilmek için bu güzel şehiri, bu güzel orduyla alacaktık. Namazımın üstüne duamı da ettikten sonra yanımda duran ahşap iskemleden doğrularak kalktım, yumuşak halı parçasını katlayarak sakin bir köşeye koydum. Kınının içinden bana bakan zafer kılıcımı naif bir el hareketi ile sedirin üstüne kaldırdım, yerime oturunca derinden bir besmele çekerek deri kılıflı kuranımı bağrıma basarak aldım.

“Bismillahirrahmanirrahim…” Kuranın kapağını aralarken kurumuş dudaklarımdan bu kelamlar döküldü. Tam lezzetli bir okumanın içindeyken, ahşap kapıma iki kez kibar el hareketleri ile vuruldu. Ardından boğuk ama anlaşılır bir sesle;

“Destur buyurur musunuz?” ahşap kapının ardından gelen ses Sultan Mehmet’ten başkası değildi. Sesime büyük bir saygı tonu katarak;

“Destur sizindir padişahım…” kuru ve kemikli elleri ile araladı kapıyı. Kurandan başımı kaldırdım, rahle altından nasıl karşısına çıkacağımı düşünüyordum. Kapıdan uzanan başı ile başından kavuğunun olmadığını gördüm, düzgün biçimli yüzüne ahenk veren kartal burnu ve kemikli çenesinin üstünde çok hoş duran siyah sakalları ile süzüldü. Çakmak çakmak olan siyah gözleri ile beni süzdükten sonra kuranı bırakmaya yeltendiğimi görünce;

“Sakın bırakma Kuranı, bana saygını kuranın başından kalkmayarak gösterebilirsin…” tebessüm etti. Yerimden oynamadan bekledim, Sultan Mehmet Han uzun vücudu ve biçimli adımları ile yanıma yaklaştı ve bitişiğime bağdaş kurarak oturdu.

“Gecen hayır olsun, Allah ibadetlerini kabul etsin.”

“Var olun sultanım, sizin de geceniz hayır ola…” ellerini dizlerimin üstüne koyarak tıpışladı.

“Korkma rahat ol, sizden biriyim bende benimle rahat konuş padişah sıfat sadece evlat.” gözlerimi gözlerinden hiç ayırmadan;

“Tabiki, rahat olacağım sultanım.” gözü sedirin üstüne kaydı, derin ve manalı bakışlarla süzdü. Kurumuş dudaklarını ıslatarak bana döndü;

“Ucu sivri, kınından çıkmamış kılıç senin mi?” diyerek cenk kılıcımı gösterdi. Adeta gözlerinin içine gülerek.

“Evet sultanım kılıç benim.” hayranlıkla süzdü kılıcı. Gururlu bir hal aldı ince yüzü.

“Nice gavuru haklayacak bu kılıç be yiğidim.” uzun ve sert parmaklarının sırtımda gezdiğini hissettim.

“Emaneti geri alıyoruz sultanım.” pek neşeli çıkmıştı sesim, yanımda bağdaş kurup oturmuş Sultan Mehmet’te olsa.

“Aynen öyle bre yiğidim. Az kaldı dudaklarını tekbiri, şahilerin topları, paygamberin rızası kurtaracak bu şehri. Bizler değiliz sadece bu savaşta, etimizle kemiğimizle bir yokuz sadece bu savaşta; destekçilerimiz var ruhani askerlerimiz var evlat; Konya’dan Mevlana ile Şems kalktı geldi, Eskişehir’den gönül dostu Yunus Emre kalktı geldi, Nevşehir’den Hacı Bektaş-ı Veli kalktı geldi, Mekke’den Uhudun ve Hendeğin sahabileri kalktılar geldiler bizimle birlikte savaşıyorlar. Etten duvarlara ruhtan huzur örüyorlar. Bu savaşı alacağız yedi düvele duyuracağız sesimizi.” konuşması beni derinden etkilemişti. Eli ile İran Halı’sından destek alarak doğruldu, hırkasını eli ile düzelterek ufak adımlarla yanımdan ayrıldı.

“Sultanım nereye böyle?” merakla çıkmıştı sesim.  Arkasını dahi dönmeden, şan ile çıktı sesi dudaklaırndan;

Ecdadın Sesleri“İstanbul’u geri almaya evlat…” ahşap kapıyı aralayıp dışarı adımını atarken bir ses çalındı kulaklarıma. Rahatsız ediciydi, gözümü araladığımda uçağımın iniş anonsu olduğunu işittim. Gözlerimi aralayarak camdan dışarı baktım, güzel İstanbul elimin altında gittikçe alçalıyordu. Hala rüyanın etkisindeydim…

 Musa ÜNAL

Eserde kullanılan fotoğraflar:

Ecdadın Sesleri
Fotoğrafın alındığı site için tıklayınız.
Ecdadın Sesleri
Fotoğrafın alındığı site için tıklayınız.


YouTube kanalımıza abone olmak için tıklayınız: EdebiAlem

Eseri Beğendiniz mi?

2 Yorum

Yorum Gönder
  1. Musa Bey, anlamlı ve içten bir eser olmuş. Sadece biraz daha betimlemeye ihtiyacı var eserin. En azından ben öyle hissettim. Ama beğenerek de okudum yüreğinize sağlık.

    • Teşekkür ederim görüşleriniz için, beğenerek okuduysanız ne mutlu bana, tarihin derin sayfalarından birkaç kesit yaşatabildiysek ne mutlu…
      🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Aydınlat

Afrin Destanı