in ,

Zurna Dürüm

Zurna Dürüm (1.Bölüm)

Röportaj için gelen uzun saçlı kadın sordu “kayda girelim mi?” Set amiri hazırız işareti yaptı ve kayıt başladı. Kadın sordu “olay tam olarak ne zaman gerçekleşti?”

Kameranın karşısındaki bitkin görünüşlü adam, ellerini birbirine geçirdi. Derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı:

— Olay tam bir hafta önce iş çıkışında gerçekleşti. Arkadaşım ve ben fazla mesaiye kalmıştık. İş çıkışı çok acıkmıştık. Ne yiyeceğimize karar verememiştik. Arkadaşın aklına gelen ani bir fikirle çok eski olan ama daha önce hiç gitmediğimiz dürümcüye gitmeye karar verdik. Havanında soğuk olması hasebiyle, hızlı hızlı yürüdük. On dakika sonra varmıştık. Birkaç gün önce hastalık geçirdiğim için midem pek sağlıklı değildi. O yüzden pek fazla bir şey yiyemiyordum.

“Aslında…” dedi, yorgun görünüşlü adam. Bir saniye duraksadı. “Evet, lütfen devam edin.” diye üsteledi röportajcı kadın.

Zurna Dürüm

“Aslında… ben böyle olacağını biliyordum.” dedi ve yine derin bir iç çekti. Konuşmakta zorlanıyordu sesi titriyordu ama devam etti, yine de dükkâna girdik. Arkadaşımla birer zurna dürüm siparişi verdik. İşte o an hayatımın değiştiği andı, dedi. Sette huzursuz bir sessizlik olmuştu, herkes birbirinin yüzüne, sırasıyla, bakıyordu. Röportajcı kadın, üzerinde mavi renkli bir logo bulunan beyaz bardağından bir yudum su aldı. “Lütfen devam edin.” dedi. Yeterince nazik ve destekleyici bir tonla söylemişti.

—Dürüm gelmişti masaya. Arkadaşım ve ben dürümleri yemeye başlamıştık. Arkadaşım çabucak bitirdi. Ben ise…

Adam başını öne eğdi ve bir çırpıda “bitiremedim” dedi. Set şaşkınlığını gizleyemedi. Hep bir ağızdan, birbirinden bihaber “hğaa, aaa!” diye şaşırdılar. Setteki fısıldamalar artmaya başladı. Herkes birbirine “nasıl olur, oha, manyağa bak!” dedi. O sırada olaydan bihaber setin çaycısı, çay dağıtmak için setin çekim yapılan yerine geldi. Sesleri duyunca sordu:

– N’oluyor?

Birkaç kişi olayı çaycının kulağına fısıldadı. Çaycı ani bir şok ile elindeki çay bardağını düşürdü “Allah belanı…!” dedi ve seti terk etti.

Röportajcı kadın ayağa kalktı “arkadaşlar, lütfen sakin olun. İşimize geri dönelim!” dedi. Yerine oturdu. Meraklı gözlerle adama baktı:

– Arkadaşlarımın kusuruna bakmayın. Biz kaldığımız yerden devam edelim mi?

Adam yorgun gözlerle kadına bakarak:

– İlk başta kabullenmedim. Nasıl olur, diye düşündüm. Yemeye çalıştım ama başaramadım.

Arkadaşım durumu fark etti “sakın bunu yapma” diye uyardı.

– Dostum dedim, kusura bakma bunu paket yaptırmalıyız.

Arkadaşım oturduğu sandalyeden bir hışımla kalktı. Yüzü ekşimiş ve buruşmuştu ama bunlar detaylı bakıldığında görülüyordu. Çünkü şu an korku ve keder tüm vücuduna yayılmıştı. Titreyen ağzıyla:

– Seninle bir daha görüşebilir miyim bilmiyorum. Lütfen, uzun süre görüşmeyelim.

Arkadaşımın sözleri ağırdı. Bu sırada durumu dükkân çalışanları da fark etmiş, her birinde bir ayaklanma mevcuttu. Bize sert sert ve ters ters bakıyorlardı. Bakışları içimizden geçiyor daha da derinlerimize işliyordu.

Cesaretimi topladım. Ona rağmen korkuyordum. Dürümü elime aldım ve götürdüm. İstemsizce, korkudan ve gerginlikten olan şekilde sessiz bir ses tonuyla “bunu paket yapar mısınız?” dedim. Ağzımdan çıkan cümleler, çalışanın kulağını titretip, beyni de o titreşimleri algılayıp bir anlam yükleyince çalışan elini şaşkınca ağzına götürdü ve “senin dilin ne der beyim!?” dedi. Belki de gerginlikten ben öyle dediğini varsaydım.

Zaten rahatsız bir tipe benzeyen döner kesen eleman döner kesmeyi bırakıp yanımıza sıçradı “hayırdır kardeşim ne demek istiyorsun!?” dedi.

– Abi sadece paket yaptırmak- … sözüm kesilmişti.

– Bak kardeşim, ben 45 yıllık döner ustası Hakkı ustayım. Bir kere şu kapıdan zurnayı bitiremeyen kişi çıkmadı ve… sen şimdi buradan çıkmak istiyorsun öyle mi?

– Hakkı ab- … yine sözüm yarıda kesildi.

Hakkı, adamın yakasına yapıştı “sen bize iş mi koyuyorsun lan! Beni el aleme mi utandıracaksın!” diye kükredi. Neyse ki araya bazı garsonlar girdi. Ortamı birazcık da olsa durulttular.

Tüm bunlar yaşanırken, dükkânın içindekiler geç fark etmiş olsalar da dışarı da bir kalabalık birikmişti. Dükkân içindekiler şaşkın ve tartışmaları bölündüğü için bir o kadar sinirliydiler. Dükkânın önüne çıktıklarında, içeride bulunan başka bir müşterinin olayı sosyal medyaya yaydığını öğrenirler. Dükkânın önü ana baba günü gibi kalabalıktı. Herkes dükkâna daha yakın olmak için birbirinin üzerine çıkıyordu. Kameramanların, muhabirlerinde içinde bulunduğu kalabalıktan bir insanın sesi herkesin sesini bastırır. “Amaniin Hakkı Bey! Duyduklarım doğru mu?”

Kalabalığın içinden gelen sesin sahibi kimse tarafından belirlenemedi. Kimse sesin nereden geldiğini anlamamış sadece sorunun cevabını bekliyordu. Hakkı bey:

– Maalesef ki doğru, bu hıyar ağası zurnayı yiyemedi, evet.

Kalabalık her kalabalıkta olduğu gibi sürü psikolojisinin mağduru olup galeyana gelmişti. Yuhalamalar başlamıştı. Zavallı adam “bağırmayın, hayır!” dese de sesini duyuramaz bile ve utanç duymaya başlar kendinden. O ana kadar tuttuğu yaşlar bir anda sel olup akmaya başlar. Ağlarken çevresine de bakınır tanıdık bir yüzü, arkadaşını, arar ama nafile… arkadaşı çoktan toz olmuştur. Adam kalabalığa daha fazla dayanamaz… Bir düşünce… koş… kaç…

Adam hala biraz şok da olduğu için koşamaz ancak yürür. Kalabalığın arasından geçmeye çalışır. Pek de mümkün değildir bu. Kalabalık onu bırakmaktansa parçalamayı tercih edecek durumdadır.

Curcunanın içinden gelen sesler vardı “rezil herif, nasıl yaparsın!” diyorlardı… çocuklarının gözlerini, kulaklarını kapatmaya çalışan anneler… bunca yaygara koparken aniden bir ses dikkat çeker. Bu ses mahallenin muhtarına aittir. “Durun!” demişti muhtar, durun. Sesi yeterince tok ve yüksekti. Kalabalıkları susturmanın tek yolu gür bir sestir diye düşündü muhtar.

Millet susmuştu sadece birkaç küçük fısıldaşmalar kalmıştı. Muhtar fısıltılara takmadan söze başlar. Ey ahali, der. Kollarını iki yana açar ve devam eder, bu adama ne yapmamız gerektiğini herkes bilmektedir. Behemehâl utancını yaşamalıdır. Kalabalıktan bir ses yükselir “taşlayalım!” bir ses daha yükselir “keselim!”

Ahalinin sesleri yine olması gerekenden fazla çıkıyordu. Bağırışlar, çağırışlar her yerdeydi. Muhtar dünden bilir gibi kalabalığı sakinleştirme de uzmandı. El hareketlerini kullanarak hararetli topluluğu dize getirdi. Muhtar birkaç hamaset dolu söz ve birkaç havalı söz söyledikten sonra “bu adamı, adalete teslim etmeliyiz!?” dedi. Tasdiklenmek istercesine sormuştu, biraz da ikna edip etmediğinden emin olmak için. Kalabalık soruyu duymamış bir an sendeledi. Her bir kişi diğerinden hareket bekliyordu. Bir kişi “evet” veya “hayır” dese geri kalan ona uyacaktı. Kısa bir süre sessizlik ve belirsizlikten sonra, bu sessizlik muhtar için 1 yıl 2 ay 8 gün 13 saat 5 dakika 52 saniye 49 salise gibi gelmişti, kalabalıktan bir, iki, üç ve bir sürü alkış sesi gelir. Gerçekte saniyeler süren olay, muhtar için 1 yıl 2 ay 8 gün 13 saat 5 dakika 52 saniye 49 salise geçtiğinden dolayı en çok muhtar rahatlamıştı.

O sırada sokağın ufkunda iki polis arabası belirir. Tüm sokağı dolduran kırmızı ve mavi pekâlâ dikkatleri üzerine çekmişti. Kalabalık, iki polis arabasına dikkat kesilmiş şekilde bakarken adam bir çırpıda süzülüp oradan uzaklaşmaya başladı. Muhtar “lan gaçıyor! Yakalayın, der ama adam çoktan karanlıkta birer gölge olmuştur.

Hamza Gök

Eserde kullanılan fotoğraf Almina Sandal tarafından çekilmiştir.

Zurna Dürüm 2.Bölümü okumak için tıklayınız.

Eseri Beğendiniz mi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Nasıl Mutlu Oluruz?

Arayış ve Hüsran