in ,

Yarım Kalan Simit

Belki Duyar Diye!

Yarım Kalan Simit

Bir bahar akşamıydı. Karlar erimiş, kış bitmişti. Ama hala sanki kışın ortasındaymışız gibi kat kat giyinmiştim. Havalar bu yıl pek düzelmeyecek gibiydi. Ama işin iyi tarafı soğuk havalara alışkındım. Hastane girişinden tramvay durağı arasında çok mesafe de yoktu zaten. Çıkar çıkmaz durağa yetişirdim. Belli bir rutinim vardı ve ona göre hareket ederdim. Sabah ilk iş uyanır işe gelirdim. Bir hemşirenin zaten nasıl bir hayatı olabilirdi ki!

Yarım Kalan Simit
Ama o akşam hayatımın tamamen değişeceğini bilmeden yine iş çıkışı tramvaya yetişmek için acele ediyordum.  Hastane bahçesinde bir çocuk karşıma çıktı. Öyle dikkatimi çekmemişti aslında. Çünkü benim tüm dikkatim gelecek olan tramvaydaydı. Bekleyecek halim yoktu. Çünkü dünkü nöbet beni fazlasıyla yormuştu zaten. Bir an bile burada kalasım yoktu. Çocuk işaret parmağıyla bahçedeki simitçi adamı göstererek:

– Abi bana bir simit alır mısın? Kardeşlerim çok aç diyebildi.

İstediği şey çok da büyük bir şey değildi. Ama vakit gittikçe daralıyordu. Zaten tramvay da görünmüştü. Aceleyle çocuğu yolumdan çekip koşmaya başladım ve son anda kapıları kapanmak üzere olan tramvaya girmeyi başardım. Koltuğuma yerleşip kulaklığımı aramaya başlarken camdan gözüm çocuğa takıldı. Çünkü üzerinde yıpranmış yırtık montuyla bana doğru bakıyordu. Yanlış mı yapmıştım acaba? O simidi alıp bir başka tramvay bekleseydim ne olacaktı ki! İçim burkulmuştu. Tek teselli kaynağım yarın ufaklığın gönlünü alacağım olmuştu. Gece böyle düşüncelerle geçmişti. Planım sabah ufaklığı bulduktan sonra ona bir simit almaktı.

Sabah olduğunda, elimde simitle bahçede dolaştım. Dün akşam benden simit isteyen kızı bulamadım. Akşam gelir herhalde dedim ve  hastanenin kafeteryasına geçip çayla beraber aldığım simidimi yemeye başladım. Saat 08.15’te tüm ameliyatlar başlamıştı bile derhal ameliyathaneye yetişmem lazımdı. Yarım bıraktığım simidimi atmaya kıyamadım. Hemen çantama sıkıştırıp koşmaya başladım. Çok şükür, henüz cerrahi ekip gelmemişti. “Bugün kim var” dedim, Funda Abla’ya -Funda Abla koordine hemşireydi- “bugün pediatriden bir hastamız acilden gelecek, şimdi hocalar orada derhal hazırlanman gerekiyor” dedi Funda Abla. Acil vakalar genelde böyle olurdu. İlk defa sevinmiştim çünkü hocalardan azar işitmek benlik değildi.

 Ameliyat başlamadan önce hastanın dosyasını incelemiştim. İç kanamayla gelen  hasta 12 yaşında bir kız çocuğuydu. Ameliyat epey uzun sürdü. Ufaklığın bünyesi çok zayıftı ve tam üç kere kalbi durmuştu. Bu yüzden ekipçe inatlaştık çünkü bu kadar yaşamak isteyen bu ufaklığı geri çeviremezdik. Ama sonunda durum stabilleşti ve hastayı  kapattık,  yoğun bakım ünitesine alındı.

Öğle arası acile inmiştim. Arkadaşım Erdem’le yemeğe geçecekken gözüme bir şey takıldı. Çünkü kırmızı alanda yerde bir mont gördüm. Yoksa! diyebildim sadece. Sendelemeye başladım, başım döndü. Çünkü acilden gelen ufaklık, dün akşam benden simit isteyen ufaklıktı. Gece hastane bahçesinde bir hasta yakınının arabası çarpmıştı. Geceden beri acilde yaşam savaşı veriyordu.

Erdem yoğun bakıma alınan kızın “Acile gelirken bile kardeşlerim aç” diye sayıkladığını söyledi. Halbuki bu olayların tek sorumlusu bendim. Eğer o simidi alabilseydim, Sena, kızın adı Sena’ydı, belki eve gidecekti. Hayat ne kadar da adaletsizdi! Bir simit uğruna canını vermek mi? Gözümden akan bir damla gözyaşına engel olamadım. Benim yüzümden evet benim yüzümden diyerek kendime kızıyordum. Sonrasını pek hatırlamıyorum. Bu düşünceler zihnime ağır gelmişti ve bayılmıştım. Uyandığımda, acilde müşahede altındaydım. Kolumdaki serum ise bitmek üzereydi. Yerimden doğrulamıyordum ve başım fena halde zonkluyordu.

Yarım Kalan Simit

Erdem yanıma gelince tek sorabildiğim şey çocuğun nasıl ve nerede olduğuydu. O da, hala yoğun bakımda olduğunu ifade etti.

Yerimden güç bela kalktım. Sendeleye sendeleye yoğun bakımın kapısına kadar gittim. Orada çalışan Zerrin Abla’dan güç bela izin aldıktan sonra içeri girdim, yanına yaklaştım sessizce kulağına “özür dilerim” diyebildim sadece. Tüm olasılıkları  hesaplamaya çalıştım ama Sena’nın durumu gittikçe kötüye gitti. Beyni, uzun süre oksijensiz kaldığından dolayı komaya girmişti. Hiçbir beyin dalgası yoktu. Bir aydır böyleydi, ben ise her gün olasılıkları düşünüyordum. Belki diyordum, şöyle olsaydı böyle olacaktı. Ama hep aynı sonuç oluyordu. Hangisini  düşünürsem düşüneyim hep aynı sahne ile karşılaşıyordum. Belki bir mucize gerçekleşir, diyordum. Ne yazık ki o da olmadı! Sena ölmek üzereydi.

Hayat bu ya! Kim bilir kaç günahsızı böyle kopardı, kaç masumun canına girdi bilinmez. Ama Sena benim yüzümden ölüyordu. Neden bir saat daha beklemedim ki demekten alıkoyamıyordum kendimi. Artık her gece oraya gider ve Sena’ ya yatmadan önce bir masal okurdum. Bir makale okumuştum ona. Komada bilincin kapanmadığını ve dış dünyayla az da olsa bağlantının mümkün olduğunu okumuştum. Bu sebeple, ben de her gece kulağına yaklaşıp özür diledim. Belki duyar diye!

Artık palyatif bakıma alındı. Yani bu bakımdaki hastalar artık ölümden başka çareleri olmayan hastalar içindi. Sena’nın bünyesi gittikçe düştü ve sonunda o küçük bedeni dayanamadı. Bir gece vakti sessizce ayrılmıştı aramızdan. Geriye ondan kalan sadece montuydu. Ona sarılıp yere çömeldim, kaç saat ağladım bilmiyorum ama artık ayağa kalkmam lazımdı.

Ayağa kalkarken bir kağıt parçası montun cebinden yere düştü üzerinde bir yazı dikkatimi çekti. Kağıt hastanenin arkasındaki inşaat alanına ait bir broşürdü . Sonradan anladım ki Sena orada yaşıyordu. O zaman kardeşleri de oradaydı. Hemen oraya gittim ve buldum onları. Ablaları gittiği günden beri perişan olmuşlardı. Küçük kardeşine bakmak zorunda kalan büyük kardeşe ablalarını anlattım. Ama o gün hayatımın en büyük şokunu yaşamıştım. Çünkü çocuklar Sena’nın onların ablası olmadığını, o gün tanıştıklarını ve onlara yardım edeceklerini söylemiş ama o günden beri Sena’nın yanlarına hiç uğramadığını söylemişlerdi. Uzun bir süre tepkisiz kalmıştım. O ufaklık hiç tanımadığı kişiler için canını vermişti. Bense ona bir simit bile alamamıştım.

Yarım Kalan Simit

Bu dünyanın düzeni böyle mi işliyordu, her sokak başında bir melek mi vardı? Belki Sena’da onlardan biriydi ve bana görünerek bu çocukları bulmamı sağladı. Ya da gerçekten Sena hayatın acı gerçeklerini bildiği için onlara yardım etmek istedi.

Şimdi elimde kurumuş yarım bir simit var. Yer yer bayatlamış olmasına rağmen hala yenilebilecek durumda. İkiye böldüm. Denizin enginliklerine doğru attım. İki martı hareketlendi ve simitten paylarını alarak sessizce uzaklaştılar. Martıları izlerken uzaklardan bir ses geldi! Sese doğru döndüğümde oğullarımın bana doğru gelmekte olduğunu gördüm. Onları gördüğümde heyecanımı saklayamıyordum. Her gün sahil kenarından, bana hayat dersi veren Sena’nın mezarına gider ve ona dualar ederdik. Hayatımdaki en önemli dersi Sena öğretmişti bana. “Vurdumduymaz olmamayı” öğrenmiştim ondan.

O minik kız tertemiz kalbiyle iki yetime yardım etmek için kendi canından oldu. Mezarına yaklaşıp selam verdim. Yıllar önce mezarının başına ektiğim badem ağacının büyüyüp serpilmesini görmek, beni çok duygulandırdı. Bir dalında üç badem gördüm. Meyve vermeye bile başlamıştı. Badem ağacının dalına uzandım ve bir badem kopardım. Sanki Sena’nın bize ikramı gibiydi. Birini ben aldım. Diğerlerini ise oğullarıma verdim. Eğilip Sena’ya “teşekkür ederim” diye fısıldadım. Sanki o an Sena’nın ricasını duymuş gibiydim…

Vedat Türker 

*Palyatif Bakım: Palyatif bakım, yaşamı kısıtlayıcı hastalıkları olan kişiler için özel tıbbi ve hemşirelik bakımını kapsayan disiplinlerarası bir yaklaşım. Hastalığın herhangi bir aşamasında belirtilerden, ağrıdan, fiziksel ve biyolojik stresten rahatlatma sağlamaya odaklanır.

Eseri Beğendiniz mi?

10 Beğeni
Upvote Downvote

2 Yorum

Yorum Gönder
  1. Ne kadar duygu içerikli bir metin olsada tüm ciddiyetimle sonunu merak ederek heyecanla okudum. Böyle bir durum gerçekte yaşanmışmıdır bilmiyorum ama sonuç bölümünün verdiği mesaj çok etkileyici olmuş. Tebrik ediyorum, çok etkileyici bir paylaşım olmuş.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Mizahlı Acı

Neolitik Kent Çatalhöyük