in ,

Üç Günde Üç Çağ Atladım Dünyada

Üç Günde Üç Çağ Atladım Dünyada

Üç Günde Üç Çağ Atladım Dünyada

Hiçbir şeyin farkında olmadığım bir çocukken zamanın asla geçmediğini zannederdim. Hiç unutmuyorum; on iki yaşına basmak için geçecek olan on iki aylık o zaman zarfı, on iki yıldan daha uzun gelmişti. Küçük bir çocuktum ve büyümeye olan hevesim on bir yıllık yaşamımı aşacak güce sahipti. Sonraları hayat telaşesini öğrenmeye başladım. Buna büyümek de diyorlar.

Üç Günde Üç Çağ Atladım Dünyada

On ikiden sonra on üçü, on dördü, on beşi ve ardından gelecek iki yılı hiç düşünmedim. On ikiden sonra hedefim birden on sekiz olmuştu. On sekiz olmak için içimde kıvranan heves, zamanın hâlâ çok ağır işleyen bir kavram olduğunu düşünüyordu. On sekize varana kadar geçen yılların pek ehemmiyeti olmadı. Eğer vardığım sayı on sekiz değilse on üçe veya on yediye basmış olmanın da bir anlamı yoktu.

On sekiz olduğum gün hayatımın muazzam bir değişim geçireceğini sanıyordum. Hevesim büyük, aklım küçüktü. Hiçbir yaşın birden bire muazzam değişimler getirmeyeceğine henüz aklım ermiyordu. Her şey tıpkı zaman gibi ağır ağır oluyordu, değişimler bile. Bunun adına da ‘zaman içinde’ diyorlar.

On sekizden sonraki basamak çok uzakta değildi. Yirmi biri kendimce uğurlu addetmiş ve o büyük değişimin yirmi birde geleceğine ikna etmiştim kendimi. Yirmi birinci kez mum üfleyip inanılmaz dilekler tuttuğum gecenin sabahında da uyandığım odanın aynı oda, baktığım tavanın aynı tavan olduğunu gördüğümde bir an evvel daha büyük bir yaş alma hevesim hepten bitmişti. Artık içinde olduğum anı kabullenmiştim hem de bir gecede. Üstelik tam o andan itibaren zaman eskisi gibi ağır işlek bir şey olmaktan çıkıvermişti.

Üç Günde Üç Çağ Atladım Dünyada

Hiçbir şeye yetişemez olmuş, yaş almak için geçecek uzundan daha uzunmuş gibi gelen on iki ay bir çırpıda biter olmuştu. Zamanı hesap etmeyi bıraktığım bir gecede inanılmaz bir akışta buluvermiştim kendimi. Bana zerre kadar katkısı olmayan bu akış, daha ziyade benden bir şeyler götürüyor gibiydi. Önce şakaklarım ağarmaya başlamıştı mesela, sonra bir kemirgen gibi ansızın başıma yapışan ağrılar için cebimde dolarex taşımaya başlamıştım. Bir gecede ansızın yaş almış, boy atmış, tecrübeler edinmiş, örgü örmeyi hobi bile edinmiştim. Yirmi birden sonra otuz beşe tırmanmak ortalama üç günümü falan aldı. Üç günde üç çağ atladım yaşamımda. Dante gibi ortasına geliverdim. Sonra dile getirmekten utandığım bir özlem besledim o on ikilere, on sekizlere, yirmi birlere. Bu büyük yaşlara hevesim sadece mavi önlükten çıkıp kravatlı üniforma giymeye heves olarak kalsaydı… E çocukken pek akıl etmiyor insan. Gerçi ömrünce pek akıl ederek yaşadığı da söylenemez. Bence hakkını veremiyoruz insanlık halimizin. Verelim dediğimiz yaşta da çoktan ortasına dikilmiş oluyoruz hayatın. Nitekim oturup geriye bakarak hayıflanmaktan başka pek becerimiz de yok bu kaygılar yüklü dünyamızda.  

Hatice Kübra Savaş

Eseri Beğendiniz mi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fuzuli Anadolu’ya Neden Gelmedi?

Tarihte Ünlü Davalar – Jeanne D’arc Efsanesi