in ,

Sessiz Haykırışlar

Sessiz Haykırışlar

Sessiz Haykırışlar

Artık soğuk etkisini kaybediyor, yerde duran sertleşmiş bayat karlar güçlü ve zarif güneşin karşısında çaresizce eriyorlardı. Martın yalancı sıcakların arasına karışan insanı üşüten rüzgar paltomun içinde durduğum esnada vücudumu yalıyordu. Apartmanın çıkış kapısından çıktığımda yeni bir mevsime yeni bir uyanışa merhaba dedim. Güneşin vurduğu ışıkla tüyleri parlayan kedim Leila’yı sevdim, elimin yumuşaklığı bedeninde dolanırken mır mır seslerini işitebiliyordum. Yanımda duran küflenmiş demirlerden destek alarak doğulduğumda Leila hala ayaklarımın altına dolanıyordu; ama ona veda edip karşımda kaportasının parlaklığı ile beni çağırıyordu. Kapının pervazından eğilerek güzel aracımın koltuğuna oturdum. Kontağı tatlı bir gaz vererek çalıştırdım; öksürüğe benzer bir ses çıkardıktan sonra Beyoğlu’nun dar caddelerinden merkeze doğru hareket ettim. Sabah radyo yerine doğanın bestesini dinlemeye karar verdim. Havanın ılığında herkes kendini dışarı vurmuştu, ne güzel de cıvıl cıvıldı her yer…

Çok geçmeden merkeze geldim, emektarımı eski yerine çektim, yanımda duran Renault marka aracı görünce Salih’in çoktan merkeze gelmiş olduğunu anladım. Binanın girişinde sinek kaydı sakal tıraşı olmuş, soğuktan yüzü kızarmış bir polis vardı. Dişlerini göstererek gülümsedi bende aynı şekilde onu selamladım. İçeriye girdiğimde burnuma çay kokusuna karılan radyasyon kokusu çalındı. Arka fonda telsiz cızırtıları. Adeta polisiye romanın içindeydim sanki, yukarı kata çıktığımda elinde çay bardağı ile masasına geçen Salih’i gördüm.

“Günaydın başkomiserim…”

“Günaydın Salih, ne haber, nasılsın?”

“İyidir başkomiserim sizler nasılsınız?” sesindeki ton cevabını biliyordu sanki ama hiç bozmadan yineledim;

“Bizde iyiyiz Salih.” diyerek gülümsedim. Kaşmir paltomu ve deri eldivenlerimi çıkarmaya hazırlanırken, masanın üstünde duran telsiz kulakları tırmalarcasına cızırdadı.

“Tüm ekiplerin dikkatine, Beş Taş Çocuk Parkı’nda bir ceset bulundu; ekipler acil intikal…” tekrar cızırdayarak kayboldu. Salih hüzünlü gözlerle bana bakarak;

“Yine bir cinayet anonsu.” sesindeki belirti yüreğinde hissediliyordu.

Hemen hazırlandık ve kendimizi binadan dışarı attık. Ellerimi cebime koyarak hızlı adımlarla aracıma yöneldim, arkamdan gelen nefes seslerine karışan adım sesleri dibimde Salih’in olduğunu haber veriyordu. Parka geldiğimizde sanki ölü değil de kaydırağın ucuna içtiği şaraptan sızmış bir ayyaşı andırıyordu, kendini beyaz tulumların içine hapsetmiş, sadece gözlerinin bebekleri görünen adamlar ellerinde duran fotoğraf makineleri ile maktulün fotoğraflarını çekiyorlardı; Oyun alanına çekilen sarı şeritleri elimin tersi ile kaldırırken şunlar geçti aklımdan:

“Çocuk parkında işlenen bir cinayet ne kadar zararlı olabilirdi ki, baksana şuraya rüzgarın tatlı esintisi gece boş kalmış salıncakları sallıyordu. Boş dahi olsa eğlenceye sıkılan bir kurşundu bu, çocukluğa saplanan bir bıçaktı bu.” düşüncelerim Salih’in sözleri ile bölündü;

“Başkomiserim, çok ilginç kaydırağın üstüne yatırılmış gözü bir bandana ile bağlanmış kalbinin sol yanından giren kurşun orada barut kokusuna karışan kan ile birlikte bir delik oluşturmuş.”

“Aynen öyle Salih, bir silah ile art ardına aynı noktaya ilişmiş kurşunlar.” Tek bir noktadan akan kan krem rengi sweat’nda öylece dağılmıştı. Gözlerindeki bandanayı elime geçirdiğim cildimi örten mavi ve plastik eldivenlerle açtım, göz kapakları sanki büyük bir huzurla kapanmıştı rahata kavuşmuş dondurucu soğuğa aldırmadan burada yatıyordu. Bandanayı çıkarınca şakaklarından itibaren kalınlığını yitiren siyah sakallar gözüme çarptı. Elimde tuttuğum kalem şeklindeki ışığı kurbanın gözlerini parmaklarım ile ayırarak inceledim bir süre. Not tutturdum ve başımın üstüne gölge olan polisleri açarak doğruldum, ben kalkınca arkamdan Nikon fotoğraf makinelerinin ışıkları patlamaya devam etti. Başı göğsüne bakarcasına eğik, kapşopunun altında siyah gözleri ile beni süzen birini gördüm. Elleri cebinde bana öfkesini kusarmış gibi bakışlarını sürdürüyordu; yanı başımda duran arkadaşlardan birkaçını itekleyerek adama yöneldim fakat arkasına dahi bakmadan hızlı adımlarla parkın ağaçlarla çevrili koşu yolunun öbür ucundan kayboldu.

Artık yapacağımız pek fazla bir şey kalmadı, Salih ile aracımıza adımladık. Salih bana bakış atarak;

“Gözleri bağlı, çocuk parkında, göğsüne giren kurşunla ölen bir adam başkomiserim… Hala neyi ifade ettiğini bilemedim.”

“Körebe olmuş Salih kurban, körebe biz asıl oyuncuyu yakalayacağız. Arabanın kapısından içeri kafamı sokarken etrafı telaşlı gözlerle süzen, saçlarına elbise olan sarı saçları rüzgarda savrulurken yanımıza yaklaştı;

“Kom… komiserim cinayet mi var acaba?” dudaklarındaki endişeyi bir nebze dindirmek için bir elinde kalın bir roman ve diğer elinde Starbucks kahve bardağı tutan genç kadına bakarak;

“Evet, evet cinayet var. Ne için gelmiştiniz.” bir süre gözlerini taş kaldırımda gezdirdi ve sözlerine devam etti;

“Kitap okumak ve kahve içm…” Salih genç bayanın sözlerini yarıda keserek;

“Bugün okuyamazsınız hanımefendi.” azardan çok uyarı içeriyordu ses tonu. O da dağılan sarı saçları ile bir ileri bir geri yaparak masum bir şekilde onayladı. Arkasını dönüp gitmeye yeltendiği sırada çantasının açık kısmında taş kaldırıma düşen silaha gözüm takıldı hemen araçtan atlayarak kadına hamle yaptım, silahı almak için eğildiği yerde Salih ve benle göz göze geldiği anda beyaz teninden yanaklarına süzüldü yaşları.

“İna… inanın sebebi vardı.” artık resmen cinayeti üslenmişti. İlerleyen dakikalarda sakinleşti, gözleri pancar gibi olmuştu, sirenleri yanan polis aracından öylece bizi süzüyordu. Derinlemesine anlattı;

“Ben çok küçükken, bu adam tarafından taciz edildim. Körebe oynamaya bayılırdım o sıralar benden büyüktü masumluğumu, çocukluğumu aldı elimden. Yaşımız ilerledi ve hala vazgeçmedi. Ne polis gerekeni yaptı ne adalet… Canıma tak etmişti artık. Lütfen daha fazla gelmeyin üstüme.” bunları da ağlamaktan zor kurabilmişti.

Kadın adalete teslim olmaya gitmişti çoktan, ceset siyah torbanın içinde geçip gitmişti önümüzden. Evimin balkonundan Beyoğlu caddelerini izliyor, kahvemi yudumluyor cinayetin travmasını atlatmaya çalışıyordum. Kahve boğazımı yakıp, damağımda eşsiz bir lezzet bıraktığı anda;

“Cinayet hiç bitmeyecekti, insan ırkı var oldukça hep kan akacak hep kurşun patlayacaktı, hep bıçak bedenleri delecekti…”

Musa ÜNAL

22.02.2021

Eserde kullanılan fotoğraf

Fotoğrafın alındığı site için tıklayınız.

YouTube kanalımıza abone olabilirsiniz: Edebi Alem

Eseri Beğendiniz mi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yakama Yapışıyorsun

Körkütük Sarhoşunum