Türkmen Gelini Türküsünün Hikayesi (Eyvanına Vardım)
Türkmen Gelini Türküsünün Hikayesi seferberlik zamanlarını anlatmaktadır. Ortalığın savaş ve kan izleriyle dolu olduğu zamanlar… Savaş olur da uzun süren askerlik olmaz mı? Hani ninelerimizin anlattığı, dedelerimizin 2 -3 yıl gelmediği, çocukları olur ama askerde olan babaların haberlerinin bile olmadığı zamanlar. Askerliğin uzun sürdüğü zamanlar, askere alınanlar ya uzun zaman sonra gelir ya da hiç gelmezlermiş. Bu gelemeyenler de genelde Yemen’e gidenler olurmuş. Yemene gidip sağ gelen, bir elin iki parmağını geçmeyecek kadar azmış. Anlayacağınız zorlu geçen zamanlar. Bu sıkıntılı zamanların sevdası da sıkıntılı ve zor olmaz mı? “ Evet” dediğinizi duyar gibiyim zor hem de nasıl zor. Gelelim Türkmen Gelinin hikayesine:
Erzincan‘dan bir delikanlı, uzun yıllar sevdiği sevdalısına kavuşur ve evlenirler. Evliliklerinin üzerinden bir hafta bile geçmeden bizim delikanlı askere gitmek zorunda kalır. Ve korkulan olur. Yemen’e çıkmıştır askerliği. Hem gelin hem kendisi çok üzülür ama ne çare… Vatanı için gitmek zorundadır seve seve. O gitsin ki geride kalanlar huzur içinde yaşasın, o gitsin ki vatan topraklarına düşman ayak basmasın.
Beklenen gün gelir çatar. Delikanlı gider askere, uzun zaman geçer haber yoktur delikanlıdan. Korkulan düşünceler artık kabul görür. Köy halkı öldüğünü düşünür. Gelin hanım ise her gün bir umut bekler ama her geçen gün umutlar tükenir yavaş yavaş.
Kayınbaba ise gelinini kendisiyle evlendirmeye ikna eder. Burada araya girmek isterim bu cümleyi yazarken 10 saniye kadar şok yaşadım hangi ahlak bunu bir babaya yaptırır oğlunun ölmüş olması veya ölmüş olma ihtimali bu fikre nasıl zemin hazırlar. Bu fikrin icraata dönüşmesi… Kelimelerin kifayetsiz kaldığı yerdeyim.
Delikanlı seneler sonra, bir sabah, Erzincan‘daki köyüne ansızın gelir. Hanımı olduğunu düşündüğü kadın hamur yoğuruyor. Delikanlıyı gören hanımı başlar ağlamaya. Gözyaşları sel misali akar, dili tutulur. Delikanlı sorar: “Ey hanım bu gözyaşları sevinçten midir? Yoksa başka bir şey mi var?”. Gelin başından geçenleri anlatır delikanlıya. Delikanlı beyninden vurulmuşa döner. Hanımı sandığı sevdiği artık babasının hanımı olmuş. Başlar delikanlı bu mısraları söylemeye. İçinde çıkan yangını nasıl anlatır? Tarifsiz bir acıdan hüküm giymiştir.
Eyvanına vardım elinde hamur, ilk geldiği zamanki gördüğü kareden başlar mısralarına. “Gözleri mahmur” derken yeni uyanmış, sabah vakti oluğu belli değil mi?
Ömrümde görmedim böyle gelini, der. İşte sevdanın tarifi de böyle olmaz mı?
Saramadım aney gel gör halimi, diyerek devam eder. Kızgın mı acaba kendisine saramadığı için, yoksa pişman mı? Nedir bu duygunun adı?
“Aşk ateşi şu bağrımı yakıyor” yakmaz mı? Eşi artık babasının eşi olmuş. “Kara sevda şu gönlümden gitmiyor” diyerek devam etmiş. Hangi kara sevda gönülden gider ki? Kara sevdalar gönülden gitseydi kara sevda olarak anılır mıydı? Gülüşü kokusu hep kalır hafızasında ve buna da değinmiş mısralarında. Kokusunu dört bir yana saçıyor diye. Ve “saramadım aney gel gör halimi” diyerek bitirmiş sözlerini.
Nutkumun tutulduğu hikayelerden biridir bu hikaye. Oğlunun ölmüş olduğunu düşünse bile bir babanın gelinini eşi yapması etik midir?
Gelin ne kadar suçlu?
Bu hikayede en masum kim?
Hikayede en çok kim yanmıştır?
Yorumlarda tartışalım
Büşra Aslan
Bu türküyü hikayesini bilmeden önce defalarca kez dinlemişimdir. Fakat şu an hikayesini de biliyorum ve şu an ezgilerden ve müzik notalarından daha fazlası geliyor kulaklarıma. Türkünün hikayesini okuduğumda böylesi bir durumun gerçekleşmemiş olmasını isterdim. Dolayısıyla hikayede, başta askere giden gencimiz ve onunla evlenen gelin olmakla birlikte bu türküyü okuyan herkesin kalbinde bir sızı kaldığını söyleyebiliriz. Umarım dünyanın hiçbir yerinde böyle bir durum bir daha yaşanmaz.
Güzel ozet
Ukalalık etmek istemem ama “Dine ve örfe dolayısı ile içinde yaşadığımız topluma göre sıkıntılı bir anlatım.” Birincisi gelin kocasını boşayabilir ama kayınana ve kayınbabasını boşayamaz. Hakeza erkek de karısını boşayabilir ama kaynana ve kayınbabasını boşayamaz. Dinen bunlara nikah düşmez ve bu nikahı hiçbir imam KIYAMAZ. Örf olarak da böyle bir şeye müsaade edilmez, edilemez. Zamanın şartları da düşünülecek olursa böyle bir hadise yaşanmış olsa dahi toplum bunu kendi usullerince çözüyordu. Şöyle ki şeri hukuk bunu doğru bulmadığı için kişiyi hapse gönderir ve hapiste bir müebbet mahkumu efe kaması ile toplumun bu namus borcunu temizleyiverirdi. Bu usul doğrudur demiyorum ama böyle olduğunu biliyoruz. Halen de yazılı olmayan ve bu şekilde işletilen bazı kurallar yok değil. Spesifik örneklerin adını “şu cinayeti, bu cinayeti” şeklinde verebilirim ama gerekmez. Türkünün sözlerini aşağıda veriyorum. Basit bir damat-gelin cilveleşmesinin dile getirildiği bu türkünün neresinden böyle bir travmatik dram çıkarabilirsiniz siz karar verin. Bu türkü kocanın ağzından karısına yakılmış çok basit bir güzellemeden başkası olamaz. Gelinin naz makamındaki hareketleri, kocanın da buna karşı duygularını ifade eden bir akış var türküde. Bir yer adı, bir tarih, bir olay örgüsü verilince hemen inanmalı mıyız bir hikayeye? Sıradan ve sürüden olmamak lazım kaatindeyim. Gerçi yıllarca “Elif’in öküzüne Sarıkız” diyen ve demeye devam eden bir eğitim sisteminin çıktılarıyız ama birazcık düşünmekte fayda var.
EYVANINA VARDIM EYVANI ÇAMUR
ODASINA VARDIM ELLERİ HAMUR
UYKUDAN UYANMIŞ GÖZLERİ MAHMUR
ÖMRÜMDE GÖRMEDİM BÖYLE GELİNİ
GELİNİ GELİNİ TÜRKMEN GELİNİ
SARAMADIM ANEY GEL GÖR HALİMİ
İPEK KÖYNEK GİYMİŞ AYNA DİZİNDE
SIRALI BENLERİ O MAH YÜZÜNDE
SEVEM DEDİM VAZ GEÇMİYOR NAZINDAN
EYVANINDA ELVAN GÜLLER AÇIYOR
KOKUSUNU DÖRT BİR YANA SAÇIYOR
NE DEDİM DE O YAR BENDEN KAÇIYOR
Hikayesini ögrendikten sonra artık dinlemekten vazgeçtim. Bir gelinin kayinbabasina nikah düşmez haramdır dinen . Kendi babası gibidir.. Ayrıca etik değil.