in

Erkekler Üzerinden Yaşam-2

Erkekler Üzerinden Yaşam-2

Erkekler Üzerinden Yaşam-2

Ne zamana yetişebiliyoruz ne de bu zamanın doğurduğu sorunlara yetişebiliyoruz. Ele alınacak konular raflarda tozlanmış, bilakis yetişen toplumun ona el atması için bekleyişleri sürdürüyorlar. Rafların ilk basamağından gözüme çarpan bir kapakla aralıyorum sayfaları bakalım kanayan yaralarımızda bu hafta neleri ele almak gerekiyor. Her ne kadar gündemde kalmayı başaran bir konu olsa da ırkçılık kavramının tarihçesinin bir anda zuhur etmediğini düşünüyorum. Efendimiz ne güzel söylemiş hutbesinde…” Ey insanlar! Rabbiniz birdir, babanızda birdir. Hepiniz âdemin çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada Allah ‘ tan korkmaktadır.

Görüyoruz ki İslamiyet döneminde gerek o zamanlarda gerek günümüzde her an karşılaşılabilen bir durum olmuş ki bu sözlerin söylenmiş olması durumunda kalınmış. İnsanların soy, nesep kavramlarını ön planda tutmuş olması kendi dışımızdaki insanları bir aşağılama gayretini oluşturmamalıdır. Hadisi şeriften yola çıkarak İslamiyet üzerindeki varlığını diğer dönemlere de taşımış olursak aslında ırkçılık anlayışının antik çağ dediğimiz eski yunan dönemlerinde İslamiyet öncesi ve sonrası olan dönemlerde Avrupa’yı tamamen kaplamış tüm zamanlarda kısacası her dönem her koşulda adını duyurmayı başardığını söyleyebiliriz. Irkçılık için yapılan bilimsel görüşlerde insanların biyolojik ya da zekâ üzerinden daha üstün görüldüğü belli kitleler ya da daha zayıf, biyolojik olarak daha verimsiz hallerini ortaya koyma durumu söz konusu olmuştur. Özellikle Avrupa da çoğu kez karşılaştığımız ırkçılık anlayışı genel olarak baktığımızda Çinli ve Hindularda Türklere karşı, Sırpların Arnavut ve Boşnaklara yine Ermenilerin Türklere karşı, güney Amerika’nın siyahîlere karşı sonu gelmeyecek bir aşağılama tutumunda oldukları söylenilebilir.

Üzerinde gerçekten çok fazla konuşulması gereken bir konu ve ben bu konu hakkında bizlerle röportajını gerçekleştiren bu haftanın konuğu Prof. Dr. Kenan ORAL Bey’in söylemlerini sizlere aktarmak istiyorum.

1. Sizi tanıyabilir miyiz?

İsmim Dr. Kenan Oral, 1983 yılında Samsun’da doğdum. İlk ve orta öğrenimimi burada tamamladıktan sonra 19 Mayıs İlahiyat Fakültesi’nde Lisans Eğitimimi tamamladım. Yüksek Lisans Eğitimime Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Hadis Anabilimdalı’nda 2005 senesinde başladım. “Hadis Literatüründe Hâricilerle ilgili Rivayetlerin Değerlendirilmesi” konulu yüksek lisans tezini 2007’de; “Muvatta’ın Oluşum Tarihi, Nüsha Farklılıkları ve Nedenleri” başlıklı doktora tezini 2020 senesinde bitirdim. Halen Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı’nda Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı olarak görev yapmaktayım. Hadislerle İslam’da değişik konularda yazdığım makalelerin yanı sıra, çeşitli dergilerde yazılarım ve “Müminin Miracı: Namaz” isimli bir kitabım bulunmaktadır. Arapçanın yanı sıra İngilizce ve İspanyolca dillerini bilmekteyim. İlgi alanlarım arasında Latin Amerika, yapay zekâ, doğa ve spor ön plana çıkmaktadır. Evli ve bir çocuk babasıyım.

2. Irk ve Irkçılık kavramını nasıl tanımlayabiliriz?

Irk, Türk Dil Kurumu tarafından “Kalıtımsal olarak ortak fiziksel ve fizyolojik özelliklere sahip insanlar topluluğu” veya “soy” olarak tanımlanmaktadır. Irkçılık kavramını dar bir tanımla bir genetik soyun diğer bir soydan daha üstün olduğunu iddia etme ve bunu savunma olarak tanımlayabiliriz. Fakat günümüzde daha kapsamlı bir bakış açısı gerekir kanaatindeyim. Dolayısıyla, bu terime bir etnik grubun diğerinden daha üstün olduğu iddiasıyla onları hor görme, yaşama, mal edinme ve benzeri haklardan mahrum etmeyi de ilave etmeliyiz. Bazı bilimsel araştırmalarda da ortaya konduğu üzere ırkçılık sadece belirli bir soy veya ırktan gelmeyle sınırlanmamaktadır. Zira kendini modern ülkeler grubu olarak gören Avrupa’daki Müslümanlara yönelik nefret ve ayrımcılık barındıran tutumlar da aslında bir “kültürel ırkçılık” olarak görülebilir. Bu çerçevede son yıllarda özellikle Almanya’da Türk kökenlilere, Fransa’da Cezayir kökenlilere yönelik saldırıları Batı Avrupa’da Müslümanların karşılaştığı hem genetik hem kültürel ırkçılık örneği olarak okuyabiliriz. Amerika’da karşımıza çıkan ise yüz yıllardır süren genetik ırkçılığın devamıdır. En gelişmiş ve modern ülkeler arasında sayılan Amerika Birleşik Devletleri’nde “Amerika’da Irkçılık, doğumhanelere kadar ulaştı.” şeklindeki bir haber başlığı bu kavramın bir terminolojiden öte ne kadar müzmin bir yüze sahip olduğunu göstermektedir. Bu pandemik ayrımcılığın etkisiyle, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Afroamerikanların çocuklarının doğum esnasında beyaz Amerikalılardan üç kat daha fazla ölmesi, bu riskin, Newyork’a gelince ise sekiz kata çıkması ise gerçekte teknolojik ve ekonomik gelişmişliğin insanı medeni yapmadığı gerçeğini yüzümüze vuruyor. Ayrıca modern dünya, medeni insan, gelişmiş insan gibi kavramsallaştırmaların ise birçok birey için içi boş bir laftan ibaret olduğunu ortaya seriyor.

3. Irkçılığın İslamiyet’le olan bağlantısı için neler söyleyebilirsiniz?

Irkçılık, farklı asırlarda değişik yüzleriyle karşımıza çıkmakta olan bir virüse benzemektedir. Cahiliye Araplarında belirli kabilelerin diğerlerinden daha üstün ve soylu olduğu şeklinde kabile asabiyeti kisvesine bürünmüştür. Hitler’de ise Alman ırkının diğerlerinden daha üstün olduğu ideolojisiyle genetik ırkçılık elbisesi giyerek arı(saf) ırk oluşturma hayaliyle pek çok masumun kanına girmiştir. Aslında tüm çeşitleriyle ırkçılık, insanın, yaratılış itibariyle aynı olmasına tek kökten türemesine rağmen suni bir takım gerekçeler üreterek kendisini diğerlerinden farklı, ayrıcalıklı ve daha yüksek bir yerde konumlaştırması, kibre kapılması hastalığıdır. Bu hastalık yayılmaya başladığında hızla bir salgına dönüşme eğilimi gösterebilmektedir. Bu nedenle bu tip sapkın düşüncelere kapılmamak ve bağışıklık kazanmak için İslami değerleri hayatımıza hâkim kılmamız gerekmektedir. Zira İslam, ırkçılık ve etnik üstünlük sorununu geldiği dönemde çözdüğü gibi bugün de çözecek temel prensipleri tüm insanlığın huzuruna sunmaktadır. İslam’ın bu konudaki temel prensiplerine birkaç başlık altında temas edebiliriz:

a) İnsanın sahip olduğu ten rengi, etnik aidiyeti ve yaşadığı coğrafya ona diğerlerinden üstün bir değer katmaz. Zira insanlar arasındaki üstünlüğün tek ölçüsü takvadır. Bütün insanlar Hz. Âdem’in çocuklarıdır. Bu yüce hakikat, Kuran’da şöyle ifadesini bulur. “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.” (Hucurât, 49/13) Çeşitli ırkların bulunması, Allah’ın kudretinin ve eşsiz ilminin bir göstergesinden öte bir şey değildir. Bu nedenle kimse sırf ırkı veya etnik kökeninden dolayı bir üstünlük iddiası ortaya atamaz. Peygamber Efendimizin (sav) buyurduğu gibi “…İnsanlar iki gruptur: İyi, takva sahibi, Allah katında değerli kişi ile günahkâr; bedbaht, Allah katında değersiz kişi. İnsanlar Âdem’in çocuklarıdır. Ve Allah Âdem’i topraktan yaratmıştır…” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 49/3270) Dolayısıyla insana değer katan nitelik, onun ailesi, atası veya ait olduğu etnik grup değildir. O’nun Allah’a karşı sorumluluklarını ne kadar yerine getirip getirmediği, iyi bir insan olmak için çalışıp çalışmadığıdır. Bu evrensel anlayışı Peygamberimiz, Veda hutbesinde on binlerce insana şu kelimelerle bildirmiştir: “Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki, Rabbiniz birdir, atanız birdir. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.” (İbn Hanbel, 5/411, no: 23885)

b) İnsanları soy ve ırk farklılıklarından ötürü kınamak, aşağılamak, ırkçılığı savunmak, ona destek olmak ve onun propagandasını yapmak bir cahiliye âdeti olup kesin olarak yasaktır, günahtır. Hz. Peygamber (sav) “Kim kabilecilik/ırkçılık propagandası yaparak veya kabileciliğe/ırkçılığa destek vererek yolunu şaşırmış bir topluluğun bayrağı altında öldürülürse, onun ölümü cahiliye ölümüdür.” (Müslim, İmâre, 57/4792) buyurarak bu çirkin hastalığın ne feci sonuçlar doğuracağını bildirmiştir. Irkçılığa, kabileciliğe, etnik grupçuluğa davet eden, bu uğurda savaşan Hz. Peygamber’in yolundan çıkmış, yanlış yollara sürüklenmiş demektir. Onun ölümü artık İslam’ın ilkelerinden yoksun bir ölüm olarak kabul edilir.

c) Tüm insanlar –ırk, soy ve renk ayrımı olmaksızın- Allah’ın yeryüzündeki halifeleridir. Bu nedenle aralarında herhangi bir kast sistemi yoktur ve insan olmak açısından herkes birbirine eşittir. Temelini Kur’an ve sünnetten alan bu anlayış, İslam hukukunun da temel umdelerinden olmuştur. Bu nedenle, İslâm fıkhında insanların temel hakları ve sorumluluklarının tespitinde herhangi bir ırk ve kimlik ayrımı gözetilmemiştir. Hukuk karşısında ırkı, etnik grubu ve soyu ne olursa olsun herkes eşit kabul edilmiştir. Üç maddede özetleyebileceğimiz bu ilkeler, ırkçılık pandemisinin bir aşısıdır. İslam’ın tüm insanlığa sunduğu bu değerleri ne kadar benimseyip özümseyebilirsek, bu salgın karşısında o kadar güçlü ve metanetli durabiliriz.

4. Irkçılığın amaçları nelerdir?

Irkçılık, kendi ve ait hissettiği kültürel, etnik veya genetik-ırksal grubun, topluluğun çıkarlarını hukuk tanımaz ve zalimane bir şekilde savunmaktır. Çünkü ırkçı tutumları benimseyenler, kendi grubu dışındakileri öteki olarak nitelemekte ve bu amaçla başkasının yaşam hakkını bile grupsal çıkarları uğrunda yok sayabilme hastalığına yakalanmaktadır. Bir topluluk olarak yaşayıp dayanışma içinde bulunmak her insanın istediği ve ona güven ve korunma duygusunu veren bir istektir. Fakat sağlam bir değer dünyası bulunmayan insan grupları, belirli bir güç çarpanına ulaştığında nefsinde bulunan hırs, kibir, acımasızlık gibi süfli duyguların etkisinde kalarak ırkçılık hastalığına yakalanmakta ve kendilerini daha güçlü hissetme arzusuna yakalanmaktadır. Topluluktan aldıkları güçle, pek çok maddi imkâna kavuşabilmekte, istedikleri gibi zulme kapı aralayabilmektedirler. Bu da onlara hem maddi doyum hem de bir üstünlük zevki yaşatabilmektedir. Burada Avrupa’da olduğu gibi farklı amaçlarla bu düşüncedeki kişi ve grupları kullanan, onların ırkçılık tohumlarının yeşermesi için var gücüyle çalışan gizli kişi ve kuruluşlar ile bu kirli propagandayı parlatmakta pek mahir olan Batı medyasının dışlayıcı, ayrıştırıcı ve ötekileştirici dilinin etkisini de unutmamalıyız.

 5. Toplum olarak hatta ülke olarak bu konuda tutumumu ne durumda ve neler yapılıyor?

İslami değerlerle yoğrulmuş bir vatanın evlatları olarak ne kadar gurur duysak azdır. Zira ırkçılık bizim topraklarımıza hiç uğramamıştır. Çünkü bizim özümüz, “Yaratılanı, yaratandan dolayı sevmek” gibi bir anlayışla kaplanmıştır. Bu nedenle tarih boyunca vatanlarını canları gibi sevip koruyan Müslümanlar, İslam’ın insan olmada eşitlik anlayışı sayesinde asırlar boyu farklı dil, din ve renkten insanlarla huzur içerisinde birlikte yaşamıştır. Hiçbir azınlığa veya farklı ırktan kimseye sahip olduğu ırkından ve etnik grubundan dolayı ayrımcılık yapmamıştır. Bizim ülke olarak bu noktada dikkat etmemiz gereken ise, vatan, millet ve bayrak sevgisi gibi meşru ve yüce duyguları, ırkçılığa alet etmek isteyecek kimselere karşı dikkatli olmak ve geçmişte olduğu gibi bu konuda tüm insanlığa yaşayarak örnek olmaktır.

Aliye Nur Akarsel

YouTube kanalımıza abone olabilirsiniz: Edebi Alem

Eseri Beğendiniz mi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Eğitim Kaosu

Hayat ve Zaman