in

Taşlar ve Deniz Kızı

Taşlar ve Deniz Kızı

Eline küçük bir taş almıştı. İnceliyordu onu sessizce. Sanki bir elması inceler gibi izliyordu onu. Bir yadigar gibiydi fakat kimden? Kimin için bu kadar değerliydi o elindeki taş? Kimin için yaşıyordu yıllardır bu harabe evde? Hangi neden onu bu sakin denize, bu dalgalara, bu kıyıya müptela etmişti? Asla başka yerde yaşamak aklından geçmiyordu. İstemiyordu hiç ne saray ne villa ne de başka güzel yer.. O hep burada olmak istiyordu. Hep düşünmek istiyordu uzun uzun.

Sanki yaşamdaki tek amacı burada var olmaktı ve burası için yaratılmıştı. Çok sevdiği, onu buraya bağlayan bir şey mi vardı? Evet ama bunun elindeki taşla ne alakası vardı? Ona baktığında ne görüyordu da gözünü başka yöne çeviremiyordu? Aniden taşı elinden denize doğru fırlattı. Ve arkasından denizi izlemeye başladı. Ne güzeldi deniz, uçsuz bucaksız gibi görünürdü fakat değildi tıpkı içimizdekiler gibi… Aslında düşüncelerimiz de ucu bucağı olmayan şeyler gibi gözükürdü insana ama değildi. Her şeyin bir başı ve sonu vardı tıpkı hayat gibi var olan her şey gibi… Her şeyin bir nedeni vardı, sonucu vardı. Yanlışı vardı, doğrusu vardı. Uzunu vardı kısası vardı. Büyüğü vardı küçüğü vardı. Her şey zıddıyla vardı şu hayat denen kısacık yolculukta. İnsan bunu ayırt etmek için büyümeliydi, öğrenmeliydi maddeyi ve manayı. Alışmak zorunda değildi ama yaşamalıydı bu gerçeklerle. Zaten ister istemez öğrenecek, büyüyecek, alışacaktı zamanla. Ne de olsa insandı yanlış yapardı, unuturdu, hatırlardı, tekrar yapardı. Bu döngüye göre gidecekti elbette yaşamı. Nerede olduğunun ne önemi vardı ki?
Adam da hatırladı neden burada olduğunu ve o sebebi. Bir gün yine bulutlu bir havada buradan geçiyordu. Aslında sadece gezmek için gelmişti bu adaya. Denizi çok sevdiğinden istemişti buraya gelmeyi. Ama nasipte onu görmek de vardı demek ki..
Birden bir kadın gördü sahildeki bankta oturur bir şekilde. Ağlıyordu, hem de hüngür hüngür. Yanına istemsizce oturdu. Kadın farkına bile varmamıştı. Çünkü çok üzgündü. Belli ki çok kötü bir haber almıştı.
Adam kadına bir peçete uzattı ve: “Hanımefendi buyurun.” dedi. Kadın o an yüzüne baktı adamın o ana kadar görememişti yüzünü. İşte tam o anda göğsünde bir baskı hissetti adam. Birdenbire içinde bir şeyler kopup gidiyordu denize doğru. Dünya o anda dursaydı ancak bu kadar olabilirdi onun için. Kadın: “Teşekkür ederim” dedi hüzünlü bir sesle.
Adam elinin titremesinden utanarak iki elini kavuşturdu ve gözlerini çevirdi kadından. Kadın güneşin batışı kadar güzeldi. Her anında farklı bir şekilde hayran kalınacak kadar. Adam da öyle oldu işte bir anda hayran kaldı kendisine. Belki de acımıştı ona fakat bu acımaktan daha öte bir duyguydu aynı zamanda.
“Sizi bu kadar üzen şey nedir? Affınıza sığınarak sormak istiyorum size.” dedi adam yüzüne bakamayarak. Çünkü utanıyordu yüzüne bakmaya. Yerdeki taşa takılmıştı o anda gözü. İşte tam olarak burada olmasının sebebi olan taşa.
“Sorun değil sormanız. Eşimi kaybettim ben bugün. O yüzden çok üzgünüm. Hayatta en sevdiğim insandı o benim. Ve onunla birlikte her şeyimi kaybetmiş oldum.” dedi.
Şimdi üzüntü sırası adamdaydı. Demek eşini kaybeden birine aşık olmuştu. Demek ki imkansız bir sevdaya tutulmuştu. Kadının eşini ne kadar sevdiği durmadan akan gözyaşlarından belliydi. Şimdi ne yapsındı. Nasıl bir teselli versindi. Elbette kadının acısı büyüktü fakat kendisi adeta hapsolmuştu o sahile. Kurtaracak kimsesi yoktu o an.
“Başınız sağolsun, umarım çok güzel bir yere gider eşiniz. İyi bir insan olduğundan muhtemelen ölüm ona erken gelmiş olabilir.” dedi. Kadın başını salladı evet der gibi. Adamın yüzüne baktı sanki ağlayacaktı o da birazdan. Yüzündeki hüzün onu daha da hüzünlendirdi. Acısını paylaşan biri vardı neyse ki. Kadın biraz daha rahatlamıştı.
“Ben buralara gelmezdim uzun zamandır. Buraya derdim getirdi beni. Derdimi denize akıtmak istedim. O duyar da belki azalır baktıkça dalgalarla birlikte gider diye.”
Kadının sözleri şiir gibiydi. Kendisi şiir gibiydi. Derdi dünya kadar büyüktü. Kendisi deniz kadar eşsizdi. Uçsuz bucaksız bir sonsuzdu adeta bir girdap gibi. İçine girdikçe kaybolurdu insan. Adam da kayboldu.
İsmini bile soramamıştı ona. Aşık olduğunu nasıl söylerdi? Hem acının eşiğindeyken sevdiği insan ona nasıl anlatırdı duygularını? Anlatamadı. Bir ömür omzunda yükü kaldı.
Kadın gidiyordu hiçbir şey söylemeden. Hiç yaşanmamış gibi. Ömrüne bir yük bırakmamış gibi, hiç ağlamamış gibi, ağlatmamış gibi, masumane bakmamış gibi, bir yara olarak kalmamış gibi gidiyordu işte öylece. Adamın soluğu kesilecek gibi oldu. Gitme diyemedi. Ben sana sevdalandım diyemedi. Ben sensiz ne yaparım diyemedi. Öylece bakakaldı arkasından çaresizce.
“Çok sağ olun” dedi kadın. ” ” Derdime ortak oldunuz.” dedi. Adam ” derdim oldunuz siz de benim” diyemedi. Yalızca gülümsedi buruk bir şekilde. “Ne yaptım ki ben? Kendinize iyi bakın. Dalgasız bir deniz kadar güzel geçsin hayatınız.” diyebildi.
Adam elindeki taşa baktığında o anı düşünmüştü. Hiçbir şey söyleyememesini, sessizliğini, yalnızlığını, sevgisini düşündü. Ve her gün hiç usanmadan erkenden kalkıp Deniz Kızı’nı hatırlamaya devam ediyordu. Taşlar çok önemliydi. Hatta onu için dünyadaki en önemli şeylerden biriydi. Deniz Kızı koymuştu adını. Derdini denize anlatana başka güzel bir söz bulamamıştı.
“Gazanfer, yine mi taşlarla uğraşıyorsun?” diye sordu Sefer Kaptan. “Oğlum neden her gün taşlara bakıp bakıp denize atıyorsun?” diye sordu.
Gazanfer:” Ben deniz kızına ulaşamadım. Varamadım onun yanına. Sevdasıyla yandım. Bari bu taşlar denize sevdalı onlar varsın sevdiğine be abi!” dedi.
Sefer Kaptan: ” Allah akıl fikir versin kardeşim sana” diyerek uzaklaştı oradan. Gazanfer derdini taşlara anlatmaya devam ediyordu. Her günki gibi bugün de kavuşma ümidiyle aynı yerde aynı bankta oturuyor aynı kişiyi düşünüyordu. Yine elmas kadar değerli gördüğü taşlara bakmaya devam edecekti. Ta ki taşlar gerçek sahibini bulana kadar…

Eseri Beğendiniz mi?

2 Yorum

Yorum Gönder

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YETİŞEN BİR ADALET VAR

Bakarsın