in , ,

Sosyoloji Akımları

Sosyoloji Akımları Nelerdir?

Sosyoloji en genel tanımıyla toplumbilim olarak açıklanmaktadır. Fakat toplumbilim kavramı da sosyoloji kadar kompleks bir tanım olduğu için anlaşılması zor bir bilimdir. Peki nedir sosyoloji, nedir toplumbilim?

Tanımının vermiş olduğu geniş anlamlılık sosyolojinin kendine has olan geniş alanları incelemesinden ötürüdür. Sosyoloji sadece belli bir yapıyı, belli bir ilişkiyi, belli bir zamanı yani daraltılabilecek herhangi bir alanı incelemediği için anlaşılması, açıklaması zor bir bilim alanıdır. Fakat yine de akıllara daha iyi yerleşmesi için bu bilim alanını sizlere açıklamaya çalışacağım.

Sosyoloji, esasında insan topluluklarını inceleyen bir bilimdir. Nerede, ne zaman olduğuna bakmaksızın birçok bilimden de faydalanarak toplumları (insan ilişkilerini) inceler. Toplum her yerdedir. İçerisinde insan olmayan, toplum olmayan hiçbir şey yoktur ki dolayısıyla sosyoloji de her yerdedir. Sağlık ve hastalık sosyolojisi, endüstri sosyolojisi, eğitim sosyolojisi, din sosyolojisi, aile sosyolojisi, kent sosyolojisi, siyaset sosyolojisi, çalışma sosyolojisi ve daha birçok sosyoloji alanları mevcuttur.

Sosyoloji Akımları

Bu yazımda sosyoloji biliminin doğmasına öncülük eden sosyologları ve bu sosyologların savunduğu düşünceleri –klasik sosyoloji akımlarını- sizlerle paylaşacağım. Fakat bunları okurken bilimsel bir yazı okuyormuş gibi değil de sohbet ettiğiniz bir insan size kendi düşüncelerini anlatıyormuş gibi okumanızı isteyeceğim. Çünkü bizler bilerek ya da bilmeyerek zaten bu görüşlerin çoğunu biliyoruz ve hatta savunuyoruz. Aynı şekilde bu bilim insanları da “ben konuşayım da ortaya bir bilim çıksın” diye düşünüp konuşmamışlardır. Bu teoriler de -nasıl ki bizlerin yaşam felsefeleri varsa- buradaki bilim insanlarının yaşam felsefesini oluşturmaktadır.

Akımların Tanımları ve Özellikleri

Sosyoloji alanında pek çok akımlar vardır. Fakat bu yazımızda sosyolojinin 3 temel ayağını oluşturan çatışmacı yaklaşım, yapısal işlevselci yaklaşım ve sembolik etkileşim yaklaşım üzerinde duracağız.

Sosyoloji Akımları

Çatışmacı Yaklaşım (Karl Marx)

Çatışmacı kuram, ele aldığı her konuyu zengin (burjuva) sınıfı ve fakir (proletarya) sınıfın çatışması olarak ele alır. Zengin sınıf kendi çıkarları için fakir sınıfı kullanır. Bir süre sonra araçsal ilişkiler (para gibi) insan ilişkilerinin önüne geçer. Proleter kesim metalaşır ve insani duyguları görmezden gelinir. Amaç her zaman daha çok kazanmaktır. Bu sebeple kârı arttırmak için çalışanlara yapılan harcamalar ve tavizler olabildiğince kısılır. Örneğin sigortası yapılmaz, çalışma saatleri arttırılır, molalar kısaltılır, yemek vakitleri parça başı çalışma saatinden düşürülür. Çoğu zaman yemek çalışanın evden getireceği bir öğündür. İş yeri bir de bunlara harcama yapıp giderleri arttırmak istemez. Çalışan insan, bir süre sonra robottan farksız hale gelir.

Marx, kişinin çok çalışıp çalıştığı şeyle arasındaki alım gücünün uzaklaşmasına emeğe yabancılaşma adını vermiştir. Örneğin Afrika kıtasında kakao yetiştiren fakir ailenin çocuğu, çikolatanın tadını daha önce hiç tatmamıştır. Yine araba fabrikasında araba parçaları üreten yetişkinler o parçayı kendisi yapmasına rağmen ürettiği arabayı alacak maddi gücü hiçbir zaman bulamayacaktır

Bizler gündelik hayatta pazartesi çalışmayı kim buldu diye şaka yollu söylensek de asıl olan çalışmayı bulmuş olmak değil tatili bulmuş olmaktır. Evet, yanlış duymadınız. Nasıl ki bizler için hafta içi çalışmak normal ise önceden (Ortaçağda) hafta sonu çalışmak da mecburi bir olaydı. Tatil diye bir kavramı bırakın mola saatleri bile çok kısıtlıydı. Bugün kutladığımız 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün kökenlerini hiç duymuş muydunuz? Daha iyi şartlarda (lüks değil insanca yaşanan çalışma şartları) çalışmak isteyen insanlar işi bırakıp greve gitmişler ve ortaya çıkan yangın sonucunda yanarak vefat eden kadınların anısına her yıl anılan 8 Mart, Kadınlar Günü olarak geçirilen bir gün olmuştur.

Peki, neden zenginlerden çoğunlukta olan fakir kesim zenginler için çalışmayı bir kenara bırakmıyor? Neden “Yeter!” deyip buna bir son vermiyor? Bunu cevaplamak çok da zor olmasa gerek. Çünkü çatışmacı yaklaşım yaşanıp bitmiş bir olay değil, biz insanlar var oldukça bizlerle yaşayacak olan bir durumdur. Hangimiz yeter deyip iş bırakabiliyoruz ki bıraksak bile bizlerin yeni bir iş bulma süresi çok uzun sürecekken –bulduğumuz işin de ayrıldığımız işten ekstra bir olumlu özelliklerinin olmayacağı ortadayken- bıraktığımız iş pozisyonunun dolması çok az bir zamanda gerçekleşecektir.  Bunu bilen zengin kesim deyim yerinde orta sınıfın ağzına bal çalarak onu elde etmesi çok zor olan hatta çoğu zaman imkânsız olan hayaller uğruna duygularını istismar ederek bu duruma kendiliğinden razı etmiştir. Sonuç olarak hiçbirimiz zorla çalıştırılmıyoruz, ama hepimiz az ücretle çalışmaya veya birçok ihtiyaçlarımızın karşılanmayacağını bilerek çalışmaya razı bırakılıyoruz. Örneğin, hepimiz zengin olma hayalleri kuruyoruz, lüks bir araba almak için çalışıyoruz vs.  Fakat bunlar gerçekçiliği olmayan hayaller. İçinizden ama zengin olan var diyorsunuz. Evet, zengin olan var ama pembe gözlüklerimizi çıkarıp eldeki verilerle bu durumu incelersek, kaçta kaç oranlarına bakarsak bu durumun imkânsıza varmadan üç beş durak öncesinde olduğunu görürüz. Burjuva kesimi ise milyonda bir olan köyde çobanlık yaparak tıp kazanan örnek öğrenci veya sıfırdan başlayıp zengin olan insan başarılarını yayarak herkesin yapabileceğini, eğer yapamıyorsanız suçlusunun siz olduğunu söyler. Böylece insanlar kendilerini suçlayıp zengin sınıfın huzurunu bozacak girişimlerde bulunmaz. İnsan asla suçlu değildir demiyorum, yatarak kimse büyük hayallerini gerçekleştiremez fakat ne kadar çalışırsanız çalışın, gerekirse hiç uyumayın lüks bir araba alma ihtimaliniz sizce kaçta kaç?

Bu durumları değerlendiren Karl Marx fakir sınıfa uyanın artık açın gözlerinizi diyerek var olan bu düzensizliği değiştirmeyi, insanları bilinçlendirip güçlendirmeyi hedeflemiştir. Marx’ a göre değişim iki şekilde olacaktır: Ya haklarımızı savunup devrim yapacağız, ya da devrim gerçekleşmeyecek ve kapitalizm galip gelecektir.

Marksist bakış açısı bireyi tarihsel sürecin bir nesnesi olmaktan ziyade öznesi haline geldiği devrimci bir yerdedir. İnsan etken olursa düzen değişebilir.

Sosyoloji Akımları

Yapısal İşlevselcilik (Emile Durkheim)

Yapısal işlevselcilik çatışma teorisindeki gibi düzensizliklerin değil daha çok uyumun üzerinde durmuştur. Yapısal işlevselciler toplumu bir organizmaya benzetir ve organizmanın sağlıklı bir şekilde çalışabilmesi için gerekli olan düzen kavramına önem verir. Bu düzenin sağlanması için tüm parçalar birbirleriyle bir denge ve uyum içerisinde olmalıdır. En basit örnekle vücudumuzu örnek gösterirsek tüm vücudumuz belli bir kurala göre işler. Fakat küçük bir aksama veya ihmalkârlık tüm düzeni veya tüm parçaları bozabilir. Örneğin böbreklerinizde yaşadığınız bir sorun sadece böbreklerinizle sınırlı kalmaz, pankreaslarınız, kanınızdaki şeker oranı ve pek çok sistem de bu olumsuzluktan etkilenir. Sorunun küçük olması halinde vücut kendini yeniler, sorunları giderir ve eski sağlıklı haline döner fakat eğer karşılaşılan sorun büyükse tüm vücudun iflasına hatta ölüme sebebiyet verebilir. Aynı vücudumuzda olduğu gibi toplumlar da birbiriyle etkileşim halindedir.

Durkheim pozitivist bir bakış açısına sahiptir ve bu bakış açısında metafizikle ilgili gözümüzün görmediği ruhani şeylere yer yoktur. Sadece fiziksel olan maddi dünya vardır. Bizler sadece gördüğümüz şeyler hakkında araştırmalar yapabiliriz. Toplum da bunlardan biridir ve doğa bilimlerindeki araştırma yöntemleri sosyolojide de uygulanabilir. Doğa bilimi araştırmalarında bir olgunun tek bir nedeni vardır. Örneğin su kaynıyorsa derecesi 100 derecedir gibi. Ona göre fiziksel bir olgu nasıl ki incelenebiliyorsa toplum da aynı şekilde incelenebilir. Durkheim, toplumsal durum ve organizma arasında yaptığı bu benzerlikten dolayı işlevselci yaklaşımı sosyolojik bir kuram olarak değerlendirmiş, toplumu yaşayan canlı bir organizmaya benzetmiştir. Nasıl ki organizmalar alt organlardan ve alt organları da oluşturan küçük birimlerden oluşuyorsa toplum da alt örgütlerden ve bunun daha da küçük birimi olan bireylerden oluşmaktadır.

Alt ve üst sistemler karşılıklı bir uyum içinde görevlerini yerine getirirler. Her birim görevini yaparak sistemin devamlılığını sağlar. Sistemde oluşan herhangi bir düzensizlik diğer alt sistemlerin de aksamasına yol açar ve tüm sistemi etkiler.

Durkheim, toplumlar ile organizma arasındaki benzerliği iş bölümü ve bireylerin birbirine karşı bağımlılıklarının meydana getirdiği dayanışma kavramlarıyla açıklamıştır. Dayanışma kavramı iki şekildedir. Eski zamanlarda yaşayan insanlar her işini kendisi yapan ekmeğini kendisi yapan çocuğuna kendisi bakıp eğiten, yemeğini kendisi hazırlayan, ısınmak için odununu kendisi kıran kısaca her şeyini kendisi karşılayan bir başkasına bağımlılığı az olan köy toplumudur ki Durkheim buna Mekanik Toplum adını verir. Diğeri ise uzmanlaşan meslek hayatının getirdiği, kişinin sadece kendi işini yapıp diğer işlerde bir başkasına olan bağımlılığı ortaya çıkaran organik toplumdur. Organik toplumda kişi belli başlı bir işi olduğu için diğer tüm ihtiyaçlarını kendisi gideremez. Örneğin çalışan bir kadın çocuğunu kreşe vererek kreş birimine bağımlı olmaktadır. Ya da yemek yapacak zamanı olmayan bir insan başka uzmanlık gerektiren restoranlara bağımlı olacaktır. Tüm birimler birbirine bağlıdır. Küçük bir örnekle doktor öğretmene muhtaçken, öğretmen de doktora muhtaçtır. Sistemin devamlılığı için bu sistemler görevini yerine getirmelidirler. Herhangi bir alanda yaşanan çözülme tüm sistemleri etkiler. Toplum kaos ortamına dönüşür ve sorunlar çözülmezse de bu karışıklık, tıpkı ölüme mahkum olan bir vücut gibi yok olmaya mahkum olan bir topluma dönüşür.

Yapısal İşlevselci olan Parsons’ da Durkheim’i destekler. Ona göre de insanları birbirine bağlayan bağlar vardır ve bu bağ uyum içerisinde işlemektedir. İnsanlar yardımsever bir şekilde dayanışma içerisindedir. Temel hedef sistemin sağlıklı bir şekilde işlemesidir. Parsons hepimizin toplumsallaşmanın ajanları olduğunu ve hepimizin birbirimizi denetlediğini savunur. Örneğin ben işe gitmek istemiyorsam gerçekten doğru söyleyip söylemediğim denetlenir. “işe gitmeme engel olan bir durum var mı?”, bunu belgelendirmem gerekir. Sürekli bir kontrol mekanizması vardır.

Sosyoloji Akımları

Yorumlayıcı Sosyoloji (Max Weber)

Marx evrende çatışmanın hâkim olduğunu savunurken Durkheim ise tam tersi, evrende bir uyumun olduğunu savunur. Weber ise evrende bir çatışmanın olduğunu ama bu çatışmanın beraberinde bir uyumun da olduğunu savunur. Weber ile beraber sosyolojide yorumlayıcı bakış açısı gelişiyor.

Weber, hem Marx’ı hem de Durkheim’ı eleştirir. Ona göre sosyal düzensizlik yaşamı etkiler fakat bu çatışmaları hayatın merkezine koymak yanlıştır aynı şekilde pozitivizmin katı bakış açısını da eleştirir. Sosyoloji doğa bilimleri gibi incelenemez suyu nerede kaynatırsan kaynat 100 derecedir ama bir insan ağlıyorsa bunun tek bir nedeni olmayabilir, birden çok sebepleri olabilir. Yakını vefat etmiş olabilir,  kendiri yalnız hissediyor olabilir, karnı ağrıyor olabilir, birisiyle kavga etmiş olabilir… Bir şey tek bir sebebe bağlanamaz. Doğa ve toplum bir ilişki içinde ama biz ikisi için aynı araştırma yöntemlerini kullanamayız. Aynı duruma her insan aynı tepki vermez, herkesin tepkisi birbirinden farklıdır. Dolayısıyla böyle bir durumda da doğa bilimlerinde kullanılan araştırma yöntemlerini kullanmak son derece yanlış olacaktır. Toplum araştırması için ekstra bir şeyler daha yapmalıyız. Yorum da katmalıyız. Diyerek yorumlayıcı bakış açısını geliştirmiştir.

Weber, araştırmacının ön yargıdan arınmış olması gerektiğine inanır. Sosyoloji olması gerekenle değil olan ile ilgilenmelidir. Araştırmacı araştırdığı topluma önyargılı yaklaşmamalıdır. Her toplumun gelenekleri, görenekleri, dini ritüelleri o topluma özgüdür. Hiçbir değer saçma değildir, sadece farklı farklı değerler vardır. Bir toplumdaki inançlar bir başka insana yanlış geliyorsa Weber bunu akılcılığın demir kafesi olarak değerlendirmiştir. Kişi o kadar çok mantıksal düşünmeye çalışıyor ki buradaki başka başka faktörleri görmemekte ısrarcı davranıp kendisini belli bir alana şartlandırmıştır

Akımların Birey ve Dünya Üzerindeki Etkileri

Sosyoloji bilimi özellikle Fransız İhtilali ve Endüstri Devrimi sonrasında ortaya çıkmış ve toplum ile ilgili pek çok konuda ortaya atılan görüşler sayesinde sonradan ortaya çıkarılmış bir bilimdir. İncelediğim Sosyologlar Klasik Dönem sosyologları olmakla beraber sayılamayacak kadar pek çok sosyolog, buna bağlı olarak pek çok da düşünce tarzları ortaya atılmıştır. Bunlar kimi zaman birbirini destekleyen kimi zaman birbirini eleştiren ama en nihayetinde sosyolojiyi besleyen fikirlerdir. Sosyoloji çıkış noktası olarak ülkemizde çıkmış olan bir bilim değildir fakat ülkemizde de değerli pek çok bilim insanı tarafından benimsenmiş bir alan haline gelmiştir. Toplum adına düşünme gerektiren “nasıl olsa topluma daha faydalı olur? Şunu şunu yapsak bunun ileride ne gibi faydaları olur, ne gibi yan etkileri olur?” tarzında birbirini takip eden düşünceler silsilesiyle doğru ve etkili kullanıldığında bir toplumu ayağa kaldıran geleceği planlamak ve ona göre adımlar atmak konusunda önemi yadsınamaz bir alandır. Fakat değer verilmediği takdirde, doğru bir şekilde kullanılmaması halinde toplumları enkaza sürükleyebilecek bir ortam oluşturabilir. Sosyoloji her alanda söz sahibi olması gereken bir alandır fakat ülkemizde bu durum ne yazık ki çok da değer görmemektedir. Buna bağlı atılan yanlış adımlar neticesinde sağlık sektöründe, ekonomi sektöründe, eğitim sektöründe ve gençlere yönelik atılan adımlara bağlı olarak geleceğin planlanmasında bazı çözülmeler yaşanmaktadır.

ZEYNEP KARAKAYA TELLİ

Zeynep Karakaya Telli’nin kaleme aldığı “Çağdaş Sosyoloji Teorileri” adlı eseri okudunuz mu?

YouTube: Edebi Alem

Eseri Beğendiniz mi?

13 Beğeni
Upvote Downvote

2 Yorum

Yorum Gönder
  1. Sosyolojinin temel yapı taşlarını çok güzel bir şekilde ele almışsınız kaleminize sağlık

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bir Ay Doğar İlk Akşamdan Geceden Türküsünün Hikayesi

İzahat