in

YETİŞEN BİR ADALET VAR

YETİŞEN BİR ADALET VAR

YETİŞEN BİR ADALET VARBir şehre yol tutmuş gidiyordum. Giderken yanımda götürdüğüm en büyük sermayem kendime olan güvenimdi. Sonrasında beni karşılayacak çocuklar olacaktı. Açıkçası o şehir için nüshalar hep olumsuz yazıyordu. Bacasında acıdan başka bir şey tütmezdi. Halkı soğuk, geceleri çetin geçerdi. Bunlar umurum da bile değildi. Ben iyileştirmeye gidiyordum. Kanayan yüreklere merhem olmaya gidiyordum. Öğrenilmesi gereken en önemli bilgileri aktarmaya gidiyordum. Varsa bir adaletsizlik durdurmaya gidiyordum. Kendimi öyle cesaretlendirmiş olmalıyım ki bir an trenin raylarda oluşturduğu dalgalarla sarsıldım.


Gün doğmaya başlarken fecrin en bereketli vaktinden feyiz alan bir halim vardı. Sükûtun son bulduğu bir patikada toprağı selamlamaya başladım. Gözlerim gökyüzüne eşlik etmiyordu artık yeryüzüne tanıklık ediyordu. Yüreğim ağzımda adımlarımı atarken şehrin yükseltisi de iyice bedenimi tetikliyordu. Yol tutmuştu galiba kendimi bir taşa siper edercesine yaslamış, soluklanıyordum. Biraz temiz hava zihnime iyi gelmişti. Zaman kaybetmeden Karsın merkezine ulaşmalıydım. Yukarıdan geçen bir at arabası gördüm. Koşarak ona yetişmeye çalışıyordum. Elimde tahtadan kemerli bir bavul, içinde kitaplarım olduğu için yukarıya çıkmakta zorlanıyordum. Toprak da benle inatlaşıyor gibi hiç yardımcı olmuyordu. Aksine tümseklerle ilerlememi engelliyordu. Karşımda bir anda beliren bir kız çocuğu gördüm. Minik parmakları ile ayakkabılarımı işaret ederek kafa sallıyordu. Sonrasında elini uzatarak yukarıya çıkmama yardım etti. Adın ne senin canım demiştim. Gözlerini at arabasına çevirdi ve oraya yetişmemiz gerektiğini ifade etmeye çalışıyordu. Anladım ki konuşamıyordu. Onu utandırdığımı hissettim. Yüzündeki tebessümü kaybettirmeden ona eşlik ettim. Atların yanına yaklaşınca benden ürken atları bey amca sakinleştirirken bir yandan da bana laf yetiştirmeye çalışıyordu.
Evladım korkma, bizler pazara erzakları götürüyoruz. Evim yukarı tepede, kızım ile birlikte her gün odun taşırız. Bana Oduncu Rıza derler. Bizlerden zarar gelmez. Geç buyur şöyle dedi. Yüzlerinden masumiyet ve tebessüm eksik olmayan amca ve kızı ile çok çabuk yakınlaşmıştık. Öğretmen olarak görev yapmaya geldiğimi söylediğimde Rıza amca bana Allah yardımcın olsun kızım dedi. Yolda konuşmalarımıza devam ederken kendime yakın bulduğum bu güzel insanlara Anadolu’dan bahsetmeye başlamıştım. Öyle ki bir ara babam ile yaşadığım bir odun taşıma olayımızı anlatırken bulmuştum kendimi…
Babam memur olduğu için çok fazla memleket görmüştüm. Yozgat da bir kasabada görev yaparken hafta sonu benimle odun kesmeye gideceğini söyledi. Çok heyecanlıydım çünkü ilk defa bir orman görecektim. Gittiğimizde babam kesilmiş ağaç kütüklerini kolayca parçalamıştı. Sonbahar zamanları olunca çok da orman görüntüsü yoktu. Babam elime verdiği hafif ağaç köklerini arabaya koymamı söylemişti. Giderken içlerinde ağaç kurtlarını görünce çok korkmuştum. Bu yüzden eve gider gitmez bahçede duran su havuzuna bütün odunları doldurup banyo yaptırmıştım. Çocuk aklı işte odunlar günlerce suda durdu ve kimse fark etmemişti. Ben bunları anlatırken Rıza amca ve kızı Ayşen kahkahalara boğuluyordu. Biraz da babamın taklidini yaparak anlatıyordum. Canım babam şimdi beni çok merak ediyordur diye mırıldandım. Sonrasında yolumuz ayrılıyordu. Bana çok fazla yardımcı olan bu aile ile henüz yolculuğumuz bitmemiş olsa da şimdilik ayrılmıştık. Ayşen de bir taraftan işaret ediyordu. Yarın erkenden okula gelecekti. Sözümü babası Rıza Bey den yolculuk esnasında almıştım. Mutlaka Ayşen okula gelecekti. Eğitim ön planda tutulmuyordu. Kız çocukları için bu durum daha da kötü bir şekilde işliyordu. Buraya gelmeden önce babam biraz bunlardan bahsetmişti. Her şeye hazırlıklıydım. Tüm zor şartlara göğüs gerebilirdim. Bunları da başaracaktım. Bu şehirde okumayan bir kız çocuğu kalmayacaktı.
Rıza beyin tarif ettiği yere gelmiştim. Benden önce yaşayan memur kardeşlerim girişe imzalarını atmış gitmişler. İsimleri de yer alıyordu kapının köşesinde… Hüzünlendim bu insanlar da benim gibi hayalleri hedefleri olan kişilerdi. Kaç yıl görev yaptılar. Ayrılmaları çok zor olmuştur çünkü ayrılıkları kimse sevmez diye düşündüm. Biraz bahçede vakit geçirip lojmana girdim. Yerleşme kısmını da halledip babamlara telgraf çektim. Her şey yolunda gidiyordu. Henüz perde arkasından bakan komşularım ile tanışmasak da ben onlarla mutlaka tanışmak istiyordum. Bir kaç çocuk ve anneleri yerleşme esnasında yanıma gelmişlerdi. Hiç gelmeselerdi diyecek kadar kötü olmuştum. Benden önce gelen bir memur kardeşim görev başında şehit edilmişti. Yakın bir zamanda gerçekleşen bu olayın hemen ardından benim gelişim kasabayı şaşkına çevirmişti. Bizlerin çocukları kandırıp ailelerine karşı olumsuz fikirler söyleyip onları Kars’tan götüreceğimizi söylüyorlardı. Kendileri bile bunları söylerken inanmıyorlardı ama niçin bu düşünceyi benimsemeye çalışıyorlardı? Yarın okula kimse gelmez boşuna geldiniz diyip gittiler. Bunları bilerek bu kasabaya gelmiştim. Bu bölgelerde çok fazla karışıklık vardı. Bunları düşünmeyi bir kenara bırakıp Karsın dağlarına doğru şairin şu mısralarını tekrarladım.
“Bir yerden başlamak lazım hiç arkana bakmadan, bazen kör karanlığa inat ışığı bulmak lazım, haczedilmiş gülüşlerde, yetim kalmış türkülerde, bazen vazgeçilen hiç vazgeçmeyeceğin olsa da bir yerden başlamak lazım işte…”
YETİŞEN BİR ADALET VARRüzgârın boğucu bir ses tonu ile sabahladım. Okul kaldığım bina ile birleşikti. Vakit kaybetmeden sınıfın yolunu tuttum. Kapıyı araladığımda içerdeki manzara ürkütücü gelmişti. Sıralar yok denecek kadar az ve çok eski sanki bu sınıfa yıllardır kimse uğramamış gibiydi. Tahta olarak adlandırdığım dörtkenarlı bir ahşabın üzerinde asılı bir fotoğraf ve hemen önünde ona bakan bir çocuk duruyordu. Korkutmamak için ayakkabımdan sesler çıkartmıştım. Benim sınıfa geldiğimi görünce çocuk hemen kenarı kırık bir sıraya geçti. Arkadaşların henüz uyanamamış diyerek tebessüm ettim. Mahcup bir şekilde onlar gelmeyecek yani gelmezler dedi. Olur mu böyle iş, ben yeni öğretmeninizim onlar gelmese de biz getirmeye gideriz demiştim. Pekâlâ, sen erken gelmiş olmalısın dedim. İri gözlerini bana doğru çevirerek hafif bir sesle o öğretmenimizdi, şehit oldu ve bende her gün erkenden gelip onunla konuşurum dedi. İçim bir hayli kötü oldu. Bunları kaldıracak kadar güçlü müydüm sahiden, burada devam edebilir miydim bilmiyordum. Kafam karmakarışık, yıllardır hayal ettiğim emek verdiğim sevdam bir anda elimden alınmış gibi hissettim. Gerçekten aklı başında bir insan yok muydu bu kasabada müdür bey izne ayrılmış aylardır gelmiyormuş. Halk bana düşman gibi yüz çevirirken ne yapacağımı bilemez hale gelmiştim. Sınıfımda bir öğrenci de olsa bir umuttu. Öğretmeninin başına gelenler için üzgün olduğumu belirttim. Fakat senin burada olman beni çok mutlu etti. Senin adın ne yavrum dediğimde ismim Mehmet Selim okumayı çok istiyorum. Haksızlıklara karşı bu halka karşı okumayı çok istiyorum. Sen benim en büyük umudumsun öğretmenim dedi. Uzun zamandır ders çalışmıyorum. Bende babamlara destek olmak için terzilik yapıyordum şimdi sizin gelişiniz beni çok mutlu etti. Size sahip çıkacağım sizde bizi bırakmayın dedi. Mehmet Selim sözlerini heyecanla devam ettirirken sen de benim en büyük umudumsun Mehmet Selim dedim. Bana yardım et ve hep birlikte arkadaşlarını ikna edelim çünkü okumak çok güzel bir şey dedim. Arkadaşlarım da çok istiyor gelmeyi ama babaları izin vermez dedi. Biz ikna edecektik. Gerekirse günlerce evlerine gidip okulun bir eğitim yuvası olduğunun güvenini hissettirecektik. Mehmet Selim o gün den sonra adeta sağ kolum gibi olmuştu. Çalışmalara başlamıştık. Genelde herkes birbirinden çekindiği için çocuğunu göndermek istemiyordu. Rıza bey de söz vermesine rağmen Ayşen’i bazı günler gönderiyordu. Dondurucu soğuklarda çocukların katırlara eşlik edip dağlara erzak götürdüğünü görüyordum. Bu çocuklar dünyaya eşkıyalara hizmet etmek için gelmemişti. Buna anneleri nasıl müsaade ederdi. Mehmet Selim “korkularından öğretmenim, hep korktukları için” diyordu.
Haftalar bir bir biterken sınıfımızın kalabalıklaşmaya başladığını görüyordum. Mehmet Selimin payı büyüktü. Onun ikna çalışmaları işe yarıyordu. Sayımız çoğalırken bir taraftan da okulumuzun yanı başına kütüphane açmıştık. Buraya babamlar Ankara’dan kitaplar göndermişti. Babamla konuştuğum vakit fazla ayrıntıya girmezdim. Her şeyin yolunda olduğunu söylerdim. Halk beni sevmeye başlamıştı. Herkes ilgisini gösterir dualar ederdi. Mehmet selimi bazı zamanlar şehit öğretmenimizin fotoğrafı ile sohbet ederken görürdüm. Bir ömür adalet uğrunda mücadele edeceğini söylerdi. İlkelerine çok düşkün, azimli bir çocuktu. Hep hakkın yanında olup adaleti temsil ederdi. Savcı olmak istediğini defalarca dile getirmişti. Gerçekten ona inanıyor onunla gurur duyuyordum.
Dışarıda fevkalade bir bahar havası yerini almıştı. Buraya geldiğimden beri doğru dürüst güneşli bir hava olmamıştı. Gün boyu çocuklar ile hayvanlara barınakla uğraşmıştık. Akşamda kütüphanede biraz işlerim vardı. Çocuklarda bana yardım edeceğinden o gün eve geç gideceklerdi. Sonrasında pencerenin kırılması ile bir anda herkes yanıma geldi. Çocukları sakinleştirirken bir taraftan da ceketimi giyiyordum. Hızla dışarıya çıktım. Yoğun bir kalabalık siyah dumanlar derken kütüphanenin arka kısmı yanıyordu. Halk bir taraftan çocuklar için ağlayıp, bağırırken onları tutmaya çalışan eşkıyalara yalvarıyorlardı. Olaylara anlam veremeden sırtıma aldığım bir darbeyle yere düştüm. Aylardır erzak gelmediğinden yakınan bu eşkıya insanlar beni suçluyordu. Çocuklara eğitim verdiğim için ben suçluydum. Ama onlar zorbalık yaparak çocuklara zarar vermelerinde haklıydılar. Bununla gurur duyuyorlardı. Bunun haksızlık olduğunu söyledim. Hata yaptıklarını dile getiriyordum. İçlerinden birisi sert bir tavırla “söyle bakalım hoca adalet neymiş, hak neymiş bizim adaletimiz çocukların çalışması, bize hizmet etmesi” dedi. Bir an Onun zırvalamalarını bırakıp arkamdan duyulan sese yöneldim. “Adalet bizim doğruluktan ayrılmamamız ama adaletsizlik ne derseniz sizin yaptığınız zorbalıklar. Canına kıydığınız öğretmenimiz bizim adaletimiz, okumaya gittiğimiz okul bizim adaletimiz ama orayı talan eden zalimler işte onlar adaletsizlik. Hiç kimse sizin istediğinizi yapmayacak insanları tehdit ederek istediklerinizi yapamayacaksınız. Korkularından dili tutulan, konuşamayan kardeşlerimin hakkını ben gözeteceğim. Bu öğretmenimi de size kurban etmeyeceğim.” Bu konuşmayı ben değil bütün halk işitirken hayretle Mehmet Selimi dinlemeye devam ediyordum. Gerçek bir delikanlı gibiydi hep, örnek davranışları zulme karşı boyun eğmeyişi ona karşı gururumu artırmıştı. Bu hain insanların oradan ayrılması üzerine bütün aileler Mehmet Selim’e teşekkür etti. Kütüphanenin bir kısmı o esnada yanmıştı. Kitaplara çok zarar gelmeden el birliği ile yangını söndürdük. Herkes dağılınca Mehmet Selim’e “sen çok iyi bir savcı olacaksın. Bundan eminim ki senin vicdanın ülkemizi kapsayacak kadar çok büyük. Her zaman bana destek olduğun için çok teşekkür ediyorum deyip biraz duygulandım. İlk günden beri beni ayakta tutuyorsun. Buraya geldiğime bir kez pişman oldum. O gün senin konuşmaların beni burada yıllarca tutmaya yetti. Bugün burada isem bunlar senin sayende seninle gurur duyuyorum evladım” dedim. Biraz hüzünlü biraz mutlu kütüphaneye doğru devam ettik.
Bir hafta sonra karakol çıkışında Mehmet Selimi karşıladım. Genelde ilçeden beni çağırırlardı. Karakolda çok zaman haksızlıklara karşı ifadeler vermiştim. O günlerde Mehmet Selim hep yanımda destek olmuştu. Şimdi onunla uğraşmaya başlamışlardı. Bu derebeylik yapan insanlar kolay kolay Mehmet Selim’i bırakmayacaklardı. Bu çocuğun hedefleri vardı. Okuması gerekiyordu. Ailesi ile ortak karar almıştık. Yakın bir dostlarının yanına gideceklerdi. Ülkenin diğer bir ucu olan Mersin’e yerleşeceklerdi. Her ne kadar üzülsem de bu Mehmet Selim için çok iyi bir karar olmuştu. Beni burada bıraktığı için üzülüyordu. Zaten uzun yıllar burada kalınca alışmıştım. Senin arkandan nice Mehmet Selim’ler yetişecek asla iletişimimiz kopmayacak sözleri ile son görüşmemi orada tamamladım.
Artık görüşme yaptığım iki yer vardı. Babamları bazen ihmal etsem de Mehmet Selim’i ve eğitimini hep yakından takip ettim. Bu esnada bizim kasabada da büyük gelişmeler olmuştu. Bütün halk okuma yazma öğrenmişti. Bir sürü öğrenci yetiştirip mezun etmiştim. Civar şehirlerden bile gelenler vardı. Her birine Mehmet Selimden bahsetmeyi ihmal etmezdim. Mehmet Selim her gün okuma yolunda ilerlerken bende yerimi yetiştirdiğim evlatlarıma teslim etmiştim. Uzun yıllar görev yaptığım bu şehirde birçok badireler atlatmıştım. Her ne olursa olsun ilk gündeki gibi dinç kalmayı başarmıştım. Bunların hepside Mehmet Selim sayesinde olmuştu. İstediği gibi çok başarılı bir savcı olmuştu. Her konuşmamda onu tebrik ediyordum. Mesleği hiç kolay değildi. Fakat çektiği onca zorluğa değerdi.
Son dönemlerde elden ayaktan düşmüştüm. Yürümekte zorlanıyordum. Yemeklerimi öğretmenler, öğrenciler getiriyordu. Aynı zamanda günlerdir büyükşehirlerde eylemler yapıldığını duyuyordum. Ülke olarak zorlu dönemlerden geçiyorduk.
Öyle bir gündü ki radyodaki sesler durdu. Bir adam konuşmaya başladı. Orada en az 10 dakika terör eylemlerinden bahsetti. Hepsini dinlemiştim sonuna kadar ama sonra hepsini unutturacak bir cümle kurdu. Savcı Mehmet Selim KİRAZ görev başında şehit edildi. Bir 10 dakika da ben radyodaki sese eşlik ettim. Savcı Mehmet Selim, Mehmet Selim KİRAZ görev başında… Devamını getiremedim. Tıkandım, yandım ben öyle bir yandım ki iliklerime kadar acıyı hissettim. Haberi bütün öğretmenler çocuklar öğrenmiş. Kütüphanenin çaprazında kalıyordum. Hemen oraya akın ettiler. Pencereden geçen gölgeler oldu. Az sonrada içeriye girenler oldu. Çocuklar bütün halk toplanmış gelmişler. Mehmet Selimi ne kadar çok sevdiğimi bilirlerdi. Biri radyoyu kapattı. Hepsi çok üzgün görünüyordu. Kollarıma girip bana hava aldırmak istediler. Nasıl olmuş kim yapmış bilmiyordum. Kapıdan çıkınca kendimi taşkın bir kalabalık da buldum. Hep bir ağızdan adaletsizlik yapıldığının kanaatinde sözde Mehmet Selimin acısını bastırıyorlardı. Bu şehre geldiğim gün beni burada tutan güç her neyse şimdide aynısı olmuştu. Yürüyemesem de ayakta dimdik durabiliyordum. Şöyle bir etrafa baktım. O kalabalığın sesini bir cümleyle durdurdum. “İnsan büyür beşikte mezarda yatmak için ve kahramanlar can verir yurdu yaşatmak için” Herkes susmuş beni dinliyordu.
Mehmet Selim evladımız bir ömür adalet uğruna diye yol aldı. Zalimlere asla boyun eğmedi. Onun vicdanına şu dikili binalar şahit. Onun merhametine şu dilsiz mahlûkat şahit. Şimdi kalkıp da adalet yok demeyin. Ömrünü bu şuurda geçirmiş en büyük adalet onun ülkesine sadakati o halde adalet yok diyemem ondan utanırım. Adaleti soruyorsanız son nefesinde bile batılı kabul etmeyen Mehmet Selimin adaletine inanın. Gelecek nesillere en büyük sermayesi bir ömür adalet uğruna yaşayan Mehmet Selimi anlatın. Daha nice evlatlarımız onun adını yaşatsın. Yaşatsın ki adaletin yaşadığını da görelim. Kahramanlar bir hiç uğruna ölmez, insanlığı yaşatmak için mücadele ederler. Onun mücadelesi buralardan başlayıp Akdeniz’e kadar yol aldı. Nerede bir hükümsüzlük görse el attı. “İnsan ölür ama ruhu ölmez” diyen şaire bende diyorum. Öyle ya bir Mehmet Selim gider yerine binlerce Mehmet Selim gelir. Yeter ki yolunuzdan şaşmayın.

Aliye Nur AKARSEL

Eserde kullanılan fotoğraflar:
YETİŞEN BİR ADALET VAR

Eserin alındığı site için tıklayınız.

YETİŞEN BİR ADALET VAR
Eserin alındığı site için tıklayınız.

Eseri Beğendiniz mi?

5 Yorum

Yorum Gönder
  1. Çok etkilendim gerçekten. Okurken o duyguyu o kadar iyi aldım ki kendimi tutamasam ağlayacaktım. Allah bizlere de nasip etsin şehitliği. Çok teşekkürler yazı için.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Sadık Kalplerin Yolcusuyum

Taşlar ve Deniz Kızı