in ,

Memleket Bağı

Memleket Bağı

Yağmurları çok sevdim hep, hiçbir zaman kaçmadım yağmurdan. Gökyüzünden usul usul da dökülse, bardaktan boşalırcasına da yağsa hayran oldum hep. Yağmur damlalarının birbirine karışmadan, birbirini kırmadan, yolunu değiştirmeden düşüşü müydü beni yağmura aşık eden yoksa yeryüzünün kirini ve kötülüğünü temizlemesi miydi bilmiyorum. Yoksa yağmur sonrası oluşan toprak kokusu için miydi yağmur sevdam?
Anneme “İnsanlar neden yağmurdan sonra oluşan bu kokuyu çok sever?” diye sormuştum. Bu koku neden herkesi rahatlatıyordu, neden herkes bu kokuda huzur buluyor neden şiirler bu kokuya yazılıyordu bir türlü cevap bulamamıştım. “İnsan topraktan yaratılmıştır bu yüzden insan ile toprak arasında bir bağ vardır” demişti annem. Gerçekten öyleydi sanırım. Dağdaki taşla, ormanda yürürken etrafını saran toprak kokusu ile , bozkırdaki çalı dikeniyle, sahile vuran o deniz yıldızı ile, Egeyi yeşil deniz yapan o zeytin ağaçları ile bizi bağlayan bir şey vardı.

Memleket Bağı

İnsanın doğduğu, büyüdüğü, yürüdüğü, nefes aldığı, âşık olduğu, düşüp ağladığı, hayal kırıklığına uğradığı, her seferinde yeniden doğduğu yeniden inandığı ve en önemlisi insanın kendisini ait hissettiği yer ile arasında bir bağ vardı. Bu bağ memleketti.
İnsanın memleketi bir başkadır, değişmez onu hiçbir yerle ve hiçbir kimseyle. İster dağın taşın arasında olsun, ister Ege’nin küçük sahil ilçelerinde olsun, ister uçsuz bucaksız bozkırın ortasında isterse Karadeniz’in serin yaylalarında olsun. Memleket kokusu her yerde aynıdır, aynı huzuru verir. Memleket… Kokusuyla, ruhuyla insanı sarıp sarmalayan, yaz akşamında esen serin bir meltem rüzgârı gibidir.
Peki insanın bir memleketinin olmaması ne demektir bilir misiniz, insanın kendini bir yere ait hissetmemesi nasıl bir histir? Memleketim neresi, ben nereliyim, nereye aitim, hangi ev benim evim, hangi şehirliyim, hangi köylüyüm… Hiçbir zaman bilemedim. “Nerelisin” sorusuna içten bir cevabım olmadı hiç. Şu kısacık hayatıma kaç ev, kaç şehir sığdırdım bilmiyorum. Kaç şehirde çocukluk arkadaşım kaldı, hangi dostluklarım hangi oyunlarım yarım kaldı bilmiyorum. Tam alıştığım, ait hissettiğim, ‘artık buralıyım’ dediğim anda bir tayin haberi geldi, evin önüne bir kamyonet yanaştı. Sonra kaderim tekrar kulağıma fısıldadı “Sen buraya ait değilsin!”.

Feyzanur Demir
Ben hiçbir şehre, hiçbir eve ait olamadım, kendimi oralı addedemedim. Nerelisin sorusuna ailemin öğrettiği cevabı verdim hep. Evet ben hiçbir yere ait olamadım ama yaşadığım, nefes aldığım, gökyüzüne baktığım yerler bana aitti. İlla ben onlara ait olmak zorunda değildim, bir şehir de bir insana ait olabilirdi. İşte bu yüzden gittiğim her yerden bir şey aldım kendime, orayı bana hatırlatacak oranın bana ait olduğunu hissettirecek herhangi bir şey. Bu bazen bir Kapadokya biblosu oldu bazen de deniz kenarında bulduğum deniz yıldızı oldu, yerden bir çiçek alıp kuruttuğum da oldu bir deniz kabuğu alıp onu en güzel yerde sakladığımda. Büyüdükçe öğrendim insan illa bir şehre ait olmak zorunda değilmiş, bir şehirde ona ait olabilirmiş. Ve hatta insan, bir çift kahverengi gözü memleketi bilip oraya da ait olabilirmiş.

Feyzanur Demir

YouTube: Edebi Alem

Eseri Beğendiniz mi?

15 Beğeni
Upvote Downvote

2 Yorum

Yorum Gönder
  1. Son günlerde yaşadığım ortam değişikliği üzerine iyi gelen bir paylaşım oldu. İnsanın doğup büyüdüğü topraklar gerçekten çok başka ve onun özlemi de çok başka oluyormuş. Motive edici eseriniz için bir kez daha teşekkür ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Kırkların Yolu Üzerine

Yaşamak Büyük Mesele