in , ,

Her Devrin Hukuku

Her Devrin Hukuku 

“A Man For All Seasons(Her Devrin Adamı)”

Her Devrin Hukuku

Hukukun ne olduğuna ilişkin araştırmalar yapmadan önce, hukukun ne olduğu konusunda daha net ifadelerle açıklamalar yapabiliyordum. Bu sorunsala cevap arayışı neticesinde, hukukun herkes için ve ilaveten her yerde aynı anlama gelecek cümlelerden oluşan bir kavram olmasını kabul etmiyorum. Hukuk, eğer ki devletler tarafından uygulanıyor olmasaydı, o zaman rastlayabileceğimiz ve tanımlamamız gereken binlerce hukuk kuralı olabilirdi. Buna örnek olarak da farklı ülkelerin, kendi coğrafi, siyasi ve toplumsal öğretilerinden yola çıkarak kanunlar düzenlemesini ifade edebiliriz. Devlet gibi toplumsal sözleşme neticesinde ortaya çıkan bir kavramın bile farklı koşullarda farklı şekli tabirlere itibar gösterdiği göz önünde bulundurulduğunda, hukuk yapma ve uygulama bireylere bırakılacak olsaydı, eminim ki yeryüzünde yaşayan insan sayısı kadar fikir ile karşılaşıyor olabilirdik. Dolayısıyla hukuk nedir ve nasıl olmalıdır sorunsallarına ilişkin “bana” göre en uygun ifadeyi aktarmaya çalışacağım

            İncelediğimiz sorunsallara ilişkin gerek geçmiş yıllarda gerekse günümüzde devasa çalışmalar sergilenmiş olduğunu görmekteyiz. Bu çalışmalar hukukun ne olduğuna ilişkin bizlere deniz feneri olma mahiyetindeler. Buna örnek vermem gerekirse, o da Rotterdamlı Erasmus (Desiderius Erasmus) hakkında araştırmalarım sırasında tanıdığım Thomas More’dur. İlaveten “A Man For All Seasons(Her Devrin Adamı)” filminde de genel itibariyle Thomas More’un verdiği hukuki mücadeleye ilişkin çabaları, şahsımda eşsiz duygular uyandırdığını da ayrıca ifade etmek istiyorum.

            Her Devrin Adamı filmini izlerken Thomas More, Kral VIII. Henry’nin yapacağı ikinci evliliğe rıza göstermemiş olması sebebiyle Kral, o zamana kadar ilişkisini iyi tuttuğu Thomas More’a karşı görüşlerini değiştirmiştir. Gerek kardinal tarafından gerekse de kral tarafından bu evliliğe rıza göstermesi hususunda Thomas More’a baskılar yapılmıştır. Thomas More bu evliliğe rıza göstermemiş ve yasaların üstünlüğüne güvenerek, bunu açıkça ifade edebilmiştir. Baskılar hiçbir surette hızını kesmezken, Kral VIII. Henry elinde tuttuğu gücü güçlendirmek ve karşısına bir engel çıkmasına mâni olabilmek için parlamento kararıyla da İngiltere Kilisesi’nin başı kabul edilmiştir. Böylelikle Kral istediği evliliğe de ulaşmıştır. Kral artık yetki konusunda büyük bir gücü elinde bulunduran biri olarak, yaptığı yeni evliliğe rıza gösterilebilmesi için yemin unsuru getirtmişti. Bunun üzerine birçok kişi imzalı bir şekilde yeminlerini ifade etmişlerdir. Ancak Thomas More, evliliğe rıza göstermediğinden dolayı yemin etmemiştir. Nihayetinde, Thomas More kralın istediği cevabı vermediğinden dolayı hapse mahkûm edilmiştir. Son olarak Thomas More mahkeme önüne çıktığında, yaptığı savunması benim için bir hukukçunun kendini ifade edebilişinin en güzel örneklerinden biri mahiyetindeydi. O savunmayı özetleyecek olursam; “Kilise’nin idaresini fani bir insan, bir yasa çıkarıp kendi üstüne alamaz. Bu yetki yalnızca Tanrı tarafından verilebilir. Hal böyleyken bir Hristiyan’ı bu kutsal yasalara riayet ettiği için suçlamak kanuna uymamaktır. Üstelik Kilise’nin dokunulmazlığı Magna Carta’da ve Kralın kendi taç töreninde ettiği yemininde güvenceye alınmıştır.  Bir kötülük yapmadım, kötü bir şey söylemedim, kötü bir şey düşünmedim, eğer bunlar bir insanı yaşatmaya yetmiyorsa, o zaman inanın artık yaşamak istemiyorum.”

Film hakkında hukuki kısımlara ilişkin değindikten sonra, filmde geçen olaylar ve tartışmalar doğrultusunda hukukun ne olduğuna ilişkin sorunsalın çözümünü aramaya başlayabiliriz. İlk olarak doğal hukuk ve hukuki pozitivizm kavramlarından bahsetmekte fayda olacağını düşünmekteyim. Kuralların akılcılık yoluyla oluşturulduğu varsayımında doğal hukuktan bahsedebileceğiz. Doğal hukukta, doğal yasanın Tanrısal düzen aracılığıyla doğa tarafından belirlendiğini ve bu sebep doğrultusunda evrensel olduğunu iddia eden görüşler ileri sürülmektedir. Hal böyleyken var olan doğa yasalarına herkes eşit şekilde riayet etmelidir. İlaveten tanrı iradesi ile oluşan bu yasalara insan iradesinin üstünlüğü kabul edilmemelidir.

Kuralların insan iradesi tarafından, oluşturulması durumunda ise hukuki pozitivizmden bahsedebileceğiz. Burada söylenmesi gereken en önemli etkenin hukuk ile ahlaki etkenlerin arasında bir bağ olma zorunluluğu olmamasıdır. Dolayısıyla bizler hukuki pozitivizm dediğimizde, meşruiyetini beşerî varlıklardan almış olan bir iktidardan söz etmiş olacağız. Kısaca insan iradesinin öncesinde oluşabilen bir norm bulunmamaktadır.

Öncelikle filmde görüldüğü üzere, Kral var olan yasalara riayet etmeden, kendi istekleri doğrultusunda bir istekte bulunmaktadır. İlk olarak burayı irdelemek gerekirse; Hukuk öyle bir kavram olarak karşımıza çıkmalı ki hem o kuralı koyanlar hem de o kurala tabi olanlar eşit derecede o kurallara tabi olabilsinler. Aksi takdirde o toplumda hukukun varlığı söz konusu olmayacaktır. İlaveten, bir devlette veya bir toplumda hukuk ya vardır ya da yoktur. Hukuk var ama tam uygulanmıyor tarzı cümleler bahsedilen toplum açısından hukukun varlığının sorgulanması gerektiğini ifade etmektedir. Kanunların var olup, uygulamada zayıf olunması halinde yeni kanunlar oluşturularak, uygulamadaki zafiyetlere müsaade edilmemelidir.  Dolayısıyla kralın halkın iradesi sayesinde oluşturduğu kurallara kendisinin uymaması, hukuk düzenine aykırılık teşkil edeceğinden dolayı, filme konu alan dönem açısından İngiltere’de hukukun varlığını sorgulamamız gerekmektedir.

İkinci olarak meşru olmayan bir isteğin, yapılacak olan baskılarla meşrulaştırılmaya çalışılması, kesinlikle hukukun oluşmasına engel teşkil eden en temel sebeplerden biridir. Filmde kralın yaptığı evliliğe ilişkin herkesin rıza göstermesi için yemin zorunluluğu getirmesi aksi takdirde müeyyidesini bulundurması, bir “normun” onayını herkesten alabilmek için zorlamaktan başka bir şey değildir. Bu tarz baskıların hukuk düzeni içerisinde yer bulması söz konusu bile olamayacaktır. Düşünecek olursak, kurulu bir hukuk düzenine sahip olan bir demokrasi devletinde, yapılan darbe o ülkedeki sivil iktidarın dolayısıyla millet iradesinin ortadan kalkmasıyla sonuçlanacaktır. Artık siyasi irade gitmiş yerini tiranlığa bırakmak zorunda kalmıştır. Ve bu tiran güçleri bir süre sonra kendi meşruiyetlerini onaylatabilme sebebiyle seçim düzenlemiş ve bu seçimlerin güvenliğini ise yine bahsi geçen tiranların askerlerinin yaptığını düşündüğümüzde, oluşabilecek sözde yeni siyasi iradenin halk tarafından onaylanmış olduğunu söyleyebilmemiz şahsım açısından pek mümkün gözükmemektedir. Dolayısıyla filmde yer alan bir isteği baskıcı bir şekilde herkese onaylatma fikri de bahsini ettiğim darbe olayından pek de farksız gözükmemektedir. Halk gönülsüz bir şekilde yemin etmekte çünkü yemin etmemenin neticesinde, ölümle karşı karşıya gelmektedir. Kimileri ise bu haksızlığa karşı gelip, hukuk düzeninin tesis edilebilmesi uğruna kendi hayatından vazgeçebilmektedir. Bunun en güzel örneği ise Thomas More’dur. İdeal bir hukuk sisteminde gerek ifade özgürlüğü gerek seçme ve seçilme hakkı ve temel hak ve özgürlüklerin dolayısıyla insanı insan yapan değerlerin her birinin korunabilmesi ideal hukuk devletinin temeli olmalıdır. Günümüzde ifade özgürlüğü kural olarak kanun maddelerinde yer almaktadır. Geçmiş yıllarda ise bu konuya ilişkin düzenlemelerin daha az olduğunu ve çoğu ülkelerde bulunmadığını bile ifade edebiliriz. Ancak var olan ifade özgürlüğü yalnızca kanun maddelerinde yazan birkaç cümleden oluşmamalıdır. Demek istediğim yazılan ifade özgürlüğünün uygulanabilmesi için herhangi bir baskıda bulunulmamasıdır.

Olması gereken hukuk sistemi hususuna daha fazla değinecek olursak “benim” ideal hukuk olarak niteleyebileceğim hukuk sisteminde, ilk olarak dürüstlük ilkesini temel olarak ifade edebilirim. “Her Devrin Adamı” filminde de görüldüğü üzere dürüstlük ilkesine sonuna kadar sadık kalabilen tek kişi Thomas More olmuştur. Herkesin dürüstlük ilkesine sadık kalarak, yasalara bağlı olduğunu düşündüğümüzde Thomas More, infaz edilmemiş olacaktı. Ayrıca film üzerinde analiz edebileceğimiz bir diğer etken ise kralın kendi vicdanına kalmış bir olaya Thomas More’un hükmetme yetkisini kendinde bulmaması da dürüstlük kuralının bir diğer göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Thomas More halkın tabi olduğu hukuk sistemini sonuna kadar savunmaya çalışırken, zaman zaman halkta yer alan bazı kişiler Thomas More’a tepki göstermişlerdir. Onlar kralın gücünü, halkın sahip olduğu haklardan üstün tutmuşlardır. İdeal hukuk sisteminde insanlar tabi olduğu hukuk kurallarının adil ve uygulanabilir olması yönünde kendileri de haklarını savunmaları gerekmektedir. Ayrıca eğer ki yasalar halkın kendi seçimleri doğrultusunda oluşturulmuş ise, bu yasaların en büyük savunucularının yine halk olması gerekmekte, ilaveten bu yasaların herkese karşı uygulanabilir olduğunu da gözetmeleri gerekmekte olduğunu düşünüyorum. Ancak bu kanunlar tanrı iradesi yoluyla oluşturulmuş ise bir diğer ifadeyle yasalar kilise tarafından oluşturulmuş ise burada tanrı iradesi söz konusu olduğundan dolayı bu iradeyi beşerî varlık olan bir insanın iradesine bırakmayı doğal hukuk bağlamında kabul etmemekteyim.

Bir diğer hususa değinecek olursam, yasaların coğrafi ve siyası unsurlar dikkate alınarak oluşturulması gerektiğidir. Ancak filmde de gördüğümüz gibi kral VIII.Henry yasaları kendi keyfi durumlarına ilişkin oluşturabilme yetkisini elinde bulundurmaktadır. Yasalara tabi olan halk tarafından da herhangi bir tepki almaması üzerine, keyfi yasalar oluşturma hakkını elinde bulundurduğunu düşünerek, insanlara yapmaları zorunlu olabilecek birtakım düzenlemeler getirmiştir. Bunlara örnek olarak verebileceğimiz en önemli husus Thomas More’a da kabul ettirmeye çalıştığı evliliğin rızası için halka yemin ettirme zorunluluğudur. Ayrıca Kral VIII.Henry anlamında ifade edilen bu düşüncelerin sonucunda, Henry’nin mutlak bir güçte ısrarcı olduğu ve kilisenin de idaresini eline geçirerek, söylemlerine ve uygulamalarına karşı çıkanları infaz ederek otoritesine engel olabilecek tüm etkenleri kaldırmaya çalıştığını ve otoritesini güçlendirmeye çalıştığını ifade edebiliriz. Burada da görüldüğü üzere, birden fazla erk bir kişinin elinde bulunduğunda, totaliter rejimden kaynaklı olsa gerek güç sarhoşluğu yaşamaktadır. İdeal bir hukuk devletinde, ilk olarak bunun önlenmesi gerektiğini düşünmekteyim. Bir diğer ifadeyle erkler ayrılığının uygulanması gerektiğini düşünmekteyim. Erkler ayrılığının bulunmadığı bir sistemde, yasama yetkisini ve yürütme yetkisini bir arada bulunduran bir bireyin, bireylerin hukuki bağlamdaki haklarından ziyade kendi yarar ve menfaatini düşünebileceği açıktır.

            Filmde dikkatimi çeken bir sahne ise Thomas More’un “Kanunları çiğnemediği sürece şeytanda olsa gitmekte serbesttir” cümlesi oldu. Bu cümlede şeytanı, ahlaki ve iradi eylemler bakımından iyi olmayan şeyleri yapan bir kavram olarak ele aldığımızda, kanunda belirtilmiş olan suçlara ilişkin bir eylemde bulunmayan şeytanın bile cezalandırılamayacağı ifade edilmiştir. Bu da demek oluyor ki, kanunlar iyinin veya kötünün kim olduğunu tespit etmekten ziyade, kanuna uyanların ve uymayanların kim olduğunu tespit etmektedir. Bana kalırsa ideal hukuk sisteminde olması gerekende budur. Bizler bir duruşma esnasında karşımıza gelen insanın ahlaki değerleri üzerinden yorum yapacak olursak, somut olaya ilişkin doğru kararlar veremeyebiliriz. Ancak bizler incelememizi kanunda belirtilen suçlar hususunda yapacak olursak o zaman kimin, hangi koşulda ve niye suçlu olduğunu tespit etmemiz daha kolay olmakla birlikte, hukuka da çok daha uygun olacaktır.

            Son olarak hukuk sisteminin hangisinin daha iyi olduğunu tartışacak olursak, bir fikir ileri süren herkes, kendi görüşünde haklı olduğunu düşünerek, savundukları görüşün uygulanması gerektiğini ifade edecektir. Ancak uygulanabilecek hukuk sisteminin belirsiz olması, ülke içerisinde iktidarsızlığa sebep olacak ve hukuk sistemi bakımından ihtilaflar ortaya çıkacaktır. Bu sebeple bizler coğrafi ve siyasi etkenler göz önünde bulundurularak ideal hukukun sınırlarını -ki varsa böyle bir sınır- belirlememiz en ideal hukuk sistemini oluşturabilecektir. Bu bağlamda belirlenebilecek temel etkenler ise, temel hak ve özgürlüklerimizden kaynaklanan haklarımızı koruyabilen hukuk sistemi en ideal sistem olarak karşımıza çıkacaktır. Bu hususta belirleyebileceğimiz kavramlar ise, adil yargılanma hakkı, ifade özgürlüğü, yaşam hakkı, mülkiyet hakkı, kısacası insanı insan yapan tüm değerlere ve onların beşerî olmasından kaynaklı olarak sahip olmak istedikleri mülkiyetlerinin korunmasına ilişkin hakların korunmasına ve bunun etraflıca herkese ayrım gözetilmeksizin uygulanmasına riayet edilmesi gerekmektedir.

Mükremin Aslan (3 Kasım 2021)

Analizi yapılan film: A Man For All Seasons “Her Devrin Adamı”

Kaynakça

Raymond Wacks / Hukuk Felsefesine Kısa Bir Giriş, 10. Baskı, İstanbul, Tekin Yayınevi, 2020

Kasım Akbaş/ Melike Belkıs Aydın/Sevtap Metin/Ertuğrul Uzun/ Çağdaş Hukuk Düşüncesine Giriş, 4.Baskı, İstanbul, İthaki Yayınları, 2020

Eserde kullanılan fotoğraflar Ayşen Eren tarafından çekilmiştir.

Mükremin Aslan’ın kaleme aldığı Düşünce Şehri “Normal” adlı eseri okudunuz mu?

Eseri Beğendiniz mi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Umuda Göç

Zamanı Telafi Edebilir Miyiz?